ALPER'İN DAVASI

Alper'in beraatla sonuçlanan davasına ilişkin gözlemlerimi aktarmaya başlamadan önce önce tedbirimizi alalım.


"Tedbirimizi alalım" derken aklımda –tabii ki- TCK'nun 288. maddesi var. Yani, "Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs"ten söz edilen madde. Yakın zamanda bu maddeye ilişkin suçlamadan dolayı savcıya iki kere ifade verdiğimden, "tedbirimizi alalım" diyerek tekrar ediyorum: "Benim gibi elinde siyasi-ekonomik hiçbir gücü olmaması bir yana 'merkez medya'da bile köşesi olmayan bir köşeyazarının 'adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs'te bulunabilmesi mümkün müdür?" Değildir herhalde... Ben ve benim gibiler sadece (Barroso'nun da tekrarladığı gibi) hakkında müzakere yapılamayacak olan sivil özgürlüklerimizi kullanmaya çalışıyoruz.... "Barajı" kurduğumuza göre, "Alper'in davası" meselesine girebiliriz artık... Alper'in önceki duruşmalarına katılamamıştım. Kısmet beraat ettiği son duruşmaya imiş. Duruşma günü (geçen Cuma) öğle vaktinde Bakırköy Adliye Sarayı'nın yolunu tuttum. Duruşmanın yapılacağı binaya varınca ilk izleninimim şu oldu: "Aferin Adalet Bakanlığı'na paraya kıymış ve gerçekten 'Saray' gibi bir yapıyı yükseltebilmiş. Ama bir Adliye Sarayı'nın mimari projesi bu kadar mı kötü olabilir?" Bu Türkiye gerçekten aşırı uçlar ülkesi... Ya karanlık, izbe, tuvalet kokusuna maruz, camları 'hukuk devleti" kurulduğundan beni temizlenmemiş, yargılayanı olduğu kadar yargılananı da "ortaçağ karanlığı"nin ruh haline sokan adliye binaları, ya da Bakirköy'de karşımıza çıktığı gibi gerçek mimar eli değmemiş, kaba, işlevsiz bir bir beton yığını, arası yok nedense... Milletin çokça girip çıktığı böyle binalarda "boş alan"lara yer ayrılması önemlidir tabii ki, ama bu Saray'daki boş alan gibi değil herhalde; çünkü buradakiler gerçekten boşuna boş bırakılmış alanlar açıkça. Neyse, epeyce koridor katetip –bu arada (benzer hiçbir "saray"da görülmemiş) koridorlara serpiştirilmeş küçük "cafe"lerle karşılaşıp "duruşma salonu"na vardığımızda "Saray"ın mimarı-mimarları yine aklıma geldi. Çünkü bu "duruşma salonu" aslında bir "duruşma odası"ydı. Orta halli bir çalışma odasını düşünün, işte o kadar. Üstelik havalandırma tesisatı da yok. İçeridekilerin havasızlıktan bayılıp duruşmanın son bulmaması için hâkim arada bir pençereyi açtırmak zorunda kalıyor. Düşünebiliyor musunuz, yepyeni, devasa –ama görenleri "ezen" bir devasalık bu- bir Adliye Sarayı'nda duruşma yine alışık olduğumuz gibi bir "oda"da görülüyor. İnsan sormadan edemiyor: Elinizde çok geniş bir arsa ve inşaat için gerekli yeterli kaynak varken bu "Saray"ın projesini çizdirmek için bu ülkede bu işten anlayan bir ya da birkaç mimar bulamadınız mı? Oysa biliyoruz ki bu ülkede de bu işin altından lâyıkıyla kalkabilecek işinin ehli mimarlar var. O zaman bu özensizliğin nedeni ne? Yoksa Adalet Bakanlığı bunca kaynağı bulmasına rağmen çizimleri ucuza gelsin diye bakanlığın "inşaat dairesi"ndeki (böyle bir daire var mı bilmiyorum ya) mimarlara mı teslim ediyor? Yoksa bakanlığın elinde de "tek tip hükümet konağı" ya da "tek tip lise" örneklerinde olduğu gibi "tek tip adalet sarayı" projesi mi var? Eğer öyle ise şimdiden uyaralım: İstanbul/Çağlayan'da temel çalışmaları süren Adalet Sarayı'nı lütfen Bakırköy'dekini örnek alarak inşa etmeyin... Neyse, nihayet duruşma başladı... "Duruşma odası"nda hakim, savcı, sanık ve avukatları da sayacak olursak ancak 10-12 kişi oturacak yer bulabildi. Bizler ikinci şanslı grup olarak kapıya doğru son derece sıkışık bir biçimde duruşmayı izlemeye başladık. Gelenlerin büyük bölümü haliyle kapı önünde toplanmış durumda. Hâkim hanım "Uğultu istemem" diyor. Haklı, çünkü "duruşma odası"nda ses düzeni de olmadığından kimin ne dediğini anlayabilmek bayağı zor. Sonrasını da yarın aktarayım.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER