Türkiye’nin
İsrail’le Mavi
Marmara hadisesi nedeniyle bozulan ilişkilerini normalleştirmek için önceleri iki resmi koşulu vardı:
İsrail’in gemiye düzenlediği kanlı
operasyon nedeniyle resmen özür dilemesi ve kurbanların yakınlarına tazminat ödemesi...
Türkiye, koşullarını bu ikisiyle sınırlı tutunca, normalleşmenin parametrelerini
Mavi Marmara olayının hukuksal çerçevesi içinde kalarak belirlemiş oluyordu. Normal olan da buydu zaten. Öyle ya, ilişkiler kopma noktasına İsrail’in Mavi Marmara operasyonu nedeniyle geldiğine göre, bunun onarılması da cürüm bedelinin uluslararası normlar çerçevesinde ödenmesiyle mümkün olabilirdi. Devletler arasındaki ilişkilerde özür ve tazminat mekanizmaları bunun için vardı... Sonraları, 2011’in ilk aylarından itibaren, özellikle de
Başbakan Erdoğan, bu iki resmi koşuldan ne zaman söz açsa bir üçüncü hususu dile getirir oldu.
İsrail’in
Gazze’ye uyguladığı
ambargoya son vermesiydi bu... Ancak o dönemde Başbakan, ambargonun kaldırılmasından “normalleşmenin üçüncü resmi koşulu” olarak değil, Türkiye’nin konuyla ilişkili siyasi ve insani talebi olarak söz ediyordu...
Ve tuhaf bir yönü yoktu bunun.
“Gazze Konvoyu”nun tertip edilmesinin vitrinindeki siyasi amaç da, süre giden İsrail ambargosunun neden olduğu insani trajediye dünyanın dikkatini çekmekti zaten.
Hamas’ın El Fetih’i Gazze’den sürerek bölgenin kontrolünü tamamen ele geçirdiği yıl olan 2007’de, İsrail’in güvenlik gerekçeleriyle önce karadan başlatıp, 2009’dan itibaren denizi de içine katıp sürdürdüğü ambargo ve ablukanın kaldırılması, Türkiye’nin özellikle Davos’tan sonra uluslararası alanda
eylem ve söylemiyle sistemli biçimde gündeme getirdiği bir talepti.
Derken, geçen temmuz ayının başından itibaren Başbakan Erdoğan’ın Gazze’ye ambargonun kaldırılması konusunu İsrail’le “normalleşmenin üçüncü resmi ön koşulu” olarak takdim etmeye başladığını gördük. Bunu önce bir
Amerikan Senato heyetini kabulünde deklare etti. Sonra hükümet programına koyarak resmileştirdi ve İstanbul’da yapılan “
Filistinli
Büyükelçiler Toplantısı”ndaki konuşmasında yineledi.
Ve nihayet sadede geliyoruz artık...
Bir: Ambargo meselesini, çerçevesi “Mavi Marmara hesabının özür ve tazminatla kapatılması” olan bir normalleşme gündemi vesilesiyle zikrederek İsrail üzerinde
baskı kurmak başkadır...
İki: Gazze ambargosunun kaldırılmasını “normalleşmenin ön koşulu” yapmak ise çok daha başka bir şeydir...
Bu hükümetin şimdi yaptığı gibi birincisinde durmayıp ikincisine meyletmek İsrail’i “Türkiye” ile “Gazze” arasında bir
seçim yapmaya zorlamaktır.
Bugünkü İsrail hangisini seçer dersiniz?
Türkiye ile ilişkilerinin kopukluğundan ileri gelen siyasi ve diplomatik kayıplarını mı daha çok önemser bu İsrail? Ya da
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır” şeklindeki sözlerinin içerdiği tehdit potansiyelinden mi çekinir?
Ve bu nedenle Gazze’ye uyguladığı ambargoyu da, ablukayı da kaldırır mı?
Hem de bunu Hamas’la olan sorununu kalıcı biçimde çözmeden mi yapar? Yani kendince, ülkesini tehditlere daha açık hale getirerek...
Yoksa sorumlusu olarak Gazze’deki radikal Filistinli grupları gösterdiği, fiili, açık, yakın ve güncel güvenlik sorunlarıyla ilgili kaygıları mı ağır basar İsrail’in?
İsrail’in
Oslo barış sürecindeki gibi hem kendisini hem de Hamas’ı kucaklayan tarihsel bir paradigma değişimi olmadan, sırf Türkiye istedi diye ambargo ve ablukaları kaldıracağını beklemek saflıktır.
Dolayısıyla, Türkiye bu kategorik “ambargo kalksın” koşulunda ısrar ettiği ve bu arada Filistin sorunu köklü bir çözüm sürecine girmediği müddetçe Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir normalleşmenin olmasını beklemek mümkün değildir.
Zaten Türkiye’deki iktidarın böyle bir sonucu arzuladığı vaki değildir.
Türkiye özür ve tazminata Gazze koşulunu ekleyerek, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini, asgari düzeyde Hamas, azami düzeyde ise Filistin sorununun çözümüne ipotek etmiştir.
Gazze şartı ile Türkiye-İsrail ilişkilerinin kaderi ikili düzeyde değil, Hamas,
Mısır,
Hizbullah,
İran ve hatta
Suriye gibi üçüncü ve dış aktörlerin müdahil olabilecekleri çoklu bir seviyede çizilecek artık...
Bu durumu AKP hükümetinin göze aldığı anlaşılıyor.
Türkiye-İsrail ilişkilerini Gazze’ye bağlayarak
kriz ve çatışma potansiyelini hep canlı tutmak, AKP dış politikasının Arap Baharı’nın çalkantısında Orta
doğu’daki pozisyonunu ve geleceğini konsolide etmek amacıyla yaptığı stratejik bir tercihtir. Ama ölçüsüz ve çok riskli bir karardır aynı zamanda.