Okullarımızda bize
Atatürk’ün 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, önce
Erzurum’da, ardından
Sivas’ta kongre toplaması ve nihayetinde 23
Nisan 1920’de Ankara’da Büyük
Millet Meclisi’nin ilk toplantısını yapması
masal tadında, kahramanlık destanına giden yolun görece daha önemsiz yapı taşları gibi anlatılır.
Oysa bu doğru değildir. Gerek Erzurum ve Sivas kongreleri ve gerekse
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılması,
Anadolu devriminin ta kendisidir. Daha açık deyimiyle, bugün
Türkiye adını verdiğimiz topraklarda
Osmanlı hanedanının monarşisinin gerçek anlamda sona erdiği, bizim tarihimizde ilk kez bu topraklarda ‘
halk egemenliği’nin başladığı günün 90. yıldönümünü kutluyoruz bugün.
Evet 23 Nisan aynı zamanda çocuk bayramıdır; bu anlamda çocuklara verilen önemin de göstergesidir ama esasen siyasi bir devrimin bayramıdır bugün, halk egemenliğinin.
Egemenliğin bir hanedana ait olması ve kullanılmasıyla bir ulusa ait olması ve ulusu temsil eden bir Meclis tarafından kullanılması arasındaki farktır önemli olan.
Atatürk ve arkadaşları, işgal altındaki başkentte düşmanın elinde ‘
esir’ konumda olan Sultan’a karşı meşruiyetlerini halkta aramasaydı da salt kendi otoriteleri ve askeri güçlerine yaslansalardı, belki sonunda yine
işgalci güçleri yenilgiye uğratıp saltanata son verirler ve bir cumhuriyetimiz olurdu ama o cumhuriyet bugünkü
Cumhuriyet olmazdı.
Bugünkü Cumhuriyetimizi kuran yer, unutmayın,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir; bunu millete dayanarak yapmıştır. Bu gerçeğin bize unutturulmak istenmesine direnmek gerekir.
O bakımdan benim gözümde 23 Nisan, en az 29
Ekim kadar, hatta belki daha da önemli bir gündür, daha önemli bir bayramdır. Çünkü Meclis olmasa, bugünün
demokrasi yolunda kör topal ama yine de hep ileriye doğru yürüyen cumhuriyeti olmazdı.
O yüzden bugün halk egemenliği ve demokrasi bayramıdır aynı zamanda. Kutlu olsun. Nice 90 yıllara, Türkiye Büyük Millet Meclisi!
Dani Rodrik’i anlamadım
Harvard Üniversitesi’nin ünlü ekonomisti, uluslararası medya için yazdığı yazılarını Radikal’de de yayımladığımız Dani Rodrik geçenlerde
Milliyet gazetesine bir
mülakat verdi. ‘
Balyoz Soruşturması’ adı verilen
soruşturma nedeniyle bir ara tutuklanan
emekli General Çetin Doğan’ın da damadı olan Rodrik, bu soruşturma başladığından beri eşiyle birlikte Çetin Doğan’ın haksızlığa uğradığını savunuyor, bu yönde bir
blog yayımlıyor, zaten Milliyet’teki mülakat da bu konudaydı.
Mülakatın bir yerinde benim de adım geçiyor, Rodrik bana söylemiş veya
mektup yazmış, bir bilgiyi düzeltmemi istemiş. Bana ulaşan ne sözlü ne yazılı böyle bir talebi hatırlıyorum; belki ben atladım. Ancak zaten Balyoz konusunda Rodrik kadar bile bilgim yok, o yüzden bu konuda pek az yazı yazdım. Yazdığım hangi bilginin yanlış olduğunu ve neyi düzeltmem gerektiğini de mülakattan anlamadım doğrusu.
Bana Dani Rodrik’den gelen tek şey, kendi bloglarını desteklememiz ve Balyoz planında olduğu iddia edilen bir cümlenin planın yazıldığı tarihten üç-dört yıl sonra yapılan bir bilimsel toplantıya sunulmuş bir tebliğden alıntı olduğu, yani Balyoz belgeleri adı verilen belgelerin gerçekte 2003’te değil daha sonraki bir tarihte yapay biçimde oluşturulduğuna ilişkin bir tespite gazetemizde yer vermemizle ilgiliydi.
O yüzden Rodrik’in benimle ilgili ne dediğini ve benden ne istediğini anlamadım. Belki yazının bu bölümünü ona kişisel bir mektup olarak yazmalıydım ama benimle ilgili sitemleri kamuya mal olduğu için böyle açık yazmak zorunda kaldım.