Başbakan Recep Tayyip Er
doğan diyor ki, dere öcünü alır. Neyden alıyor dere öcünü? Kendi
aktığı yatağa inşaat yapandan, o yatağı daraltandan, o yatağı değiştirmeye kalkışandan.
Başbakan doğru söylüyor.
Üstelik bu söylediği öyle yeni bir bilgi de değil. En az 13 bin yıldır bilinen bir olgu. Su, yüksekten aşağıya doğru,
deniz seviyesine doğru akmak ister hep. Ve su, binyıllar boyunca aşağı yukarı hep aynı yolu izleyerek, topoğrafyanın, arazinin yapısının doğası gereği oluşmuş yoldan akar denize doğru.
Bu basit bilgiyi bizim her sel felaketinde yeniden keşfetmemizi ama bir türlü içselleştiremememizi neye yormak gerekir?
Başbakan diyor ki dere yataklarında istimlaklar olacak, oralar yıkılacak. Aynı Başbakan değil miydi bu şehrin belediye başkanı? Onun başkanlığında
Ayamama Deresi etrafında hiç mi iskân ruhsatı verilmedi? Ben eminim yarın öbür gün istimlak edilecek olan bina ve arazilerin önemli bölümü iskân izinlerini, ruhsatlarını son on beş yıl içinde aldılar.
Bugün doğru olan, bilimsel olan görüş o ruhsatlar imzalanırken henüz keşfedilmemiş miydi?
***
Sorun, Türk milletinin bilimle ve bilimsel bilgiyle olan ilişkisinde. Sıradan vatandaşın bilimden uzaklığının maliyeti olsa olsa kendisine oluyor.
Ama
ülke ve şehir yönetme iddiasındakilerin bilimden uzaklığının maliyetini hepimiz ödeyebiliyoruz.
İşte son sefer 32 can gitti, 100 milyon dolarlık mal gitti, kim bilir kaç liralık ve kaç yıllık emeğin ürünü evler otomobiller, kişisel servetler gitti, milyon tane
İstanbullu için o günler hayat çekilmez oldu.
Bütün bu maliyeti ödüyor olmamızın arkasında yatan şey, yöneticilerin bilimden uzaklığı.
Bilimden uzaklık, bize maalesef okullarda öğretilen bir şey. Evet yanlış okumadınız, okulda bilim öğretmek gerekirken biz bilimden uzak olmayı öğretiyoruz çocuklarımıza.
Bu bugün olmuş bir şey de değil. Nesillerdir böyle. Bilime ve bilgiye saygıyı öğretebilmiş olsaydık, yöneticilerimiz de bilime ve bilgiye saygılı insanlar olurlardı.
***
Çoğumuz kabul etmek istemiyoruz belki ama İstanbul bir dereler şehri. Yedi tepeye kurulmuş olmanın maliyeti bu. Tepeler varsa vadiler de var, bu vadilerin tabanları da dere
veya ırmak yatağı.
Nedense bu dereleri kendimize ve kentimize yük gibi görmüşüz. Onları canlı tutmak, şehrin ayrı bir güzelliği olarak kullanmak dururken ya yok etmişiz, kurutmuşuz ya da yerin altına almışız, sanki o bir pis su kanalıymış gibi.
Yeraltına aldıklarımız, zaman zaman taşmış, patlamış, etrafını sular altında bırakmış. Biz yine de bir şey öğrenmemişiz.
Ayamama gibi yer üstünde bıraktıklarımızı ise boğmayı ve kirletmeyi seçmişiz. Şimdi dere taşınca, onca insan ölünce doğayı suçluyoruz. Oysa doğa kendi bildiğinden farklı bir şey yapmıyor.
***
Baraj inşaatlarında vs. kolayca görürsünüz. O
baraj, vahşi doğanın insanoğlu tarafından bilimsel bilgiyle dizginlenmesini temsil eder.
Peki ya taşan dereler sebebiyle şehrin göbeğinde ölmek neyi temsil eder? O da bilimsel bilgiye olan saygısızlığımızı, onu unutmayı
tercih etmemizi.
Cem Yılmaz çok haklı:
Eğitim şart!