Bundan birkaç yıl önce, Ak Parti hükümeti döneminde ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevi devam ederken, Milli
Güvenlik Kurulu’nda,
Türkiye için aynı anda hem iç hem de dış güvenlik meselesi olan bir önemli konuda farklı bir karar alınır.
Bu karar sonrası, her toplantısında MGK’ya da katılan ve kurul üyelerine bilgi sunan kurumlardan birinin
yöneticisine, alınan kararı
uygulama görevi verilir.
Yönetici, kendisin
e devletin en üst düzeyi tarafından verilen bu görevi yerine
getirmek için çalışmaya başlar, çeşitli temaslarda bulunur, yaptığı temasların ve elde ettiği sonuçların her aşamasında da MGK üyelerini bilgilendirir, gelinen noktadan herkesi düzenli olarak haberdar eder.
Ancak bir gün, bu üst düzey yöneticinin eline
Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından yazılmış bir
belge geçer. Söz konusu belgede MGK’da kararlaştırılan,
Genelkurmay Başkanı ve
Kuvvet Komutanlarının da onayından geçmiş olan yeni politikadan zımnen ‘vatana
ihanet’ olarak söz ediliyor, gerek hükümet ve gerekse bu anlattığım yönetici ile kurumunun ‘ihanet içinde olduğu’ epey ağır bir dille anlatılıyordu.
Yönetici, gerçekliğinden emin olduğu bu belgeyi alır ve dönemin Genelkurmay Başkanı’nın karşısına çıkar, ‘Bu nedir’ diye sorar.
Dönemin Genelkurmay Başkanı belgeyi görünce şaşırır, ‘Nasıl olur’ der ve yöneticiye söz verir, bir daha böyle şeyler olmayacaktır.
Gerçekten de kısa zamanda Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda bu belgeye eli değen herkes oradan uzaklaştırılır, ciddi bir
temizlik yapılır.
Yönetici, MGK tarafından kendisine verilen görev uyarınca çalışmaya devam eder. Aradan aylar geçer ve bir gün aynı yöneticinin eline Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından hazırlanmış yeni bir belge daha geçer. Bir kez daha yapılanlar ‘vatana ihanet’ olarak yorumlanmakta ve gerek hükümet ve gerekse yönetici çok ağır kelimelerle suçlanmaktadır.
Yönetici bir kez daha Genelkurmay Başkanı’nın yanına çıkar, ‘
Hani’ der, ‘Bir daha olmayacaktı?’
***
Bu anlattığım ama üstünü çok kapattığım öyküyü umarım isimler ve konu vererek de yazmak zorunda kalmam. Bu öykü, çok ama çok tipik bir durumu gösteriyor ve biz ülkemizde bu tipik durumu nedense hiç konuşmuyoruz.
Mesele biraz da şu: Anayasaya, yasalara rağmen Türkiye’de asker bir kurum olarak veya askerin içinde bazı kesimler, kendilerini her şeyin, hatta devletin bizzat kendisinin de üzerinde görüyor, kendileri (ve fikirleri) olmazsa devletin de olamayacağını sanıyorlar.
Bu dediğim en azından 27
Mayıs 1960 darbesinden beri her zaman böyleydi
ama 2002 sonunda Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle sanki daha kristalize oldu,
daha fazla göze batmaya başladı.
Aslına bakacak olursanız, 1969 seçimi sonrası Süleyman
Demirel’in Adalet Partisi’ne karşı ordu içinde yapılmak istenenler ile 2002’den bugüne yaşananlar arasında ciddi paralellikler var.
O zamanlar Demirel ve AP seçimde yüzde 50 oy alsa bile devlet emanet edilemez, güvenilemez kişiydi, bugün
Tayyip Erdoğan ve Ak Parti.
***
Ergenekon belgeleri arasında, 2003 yılında
Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında hazırlanmış bir bilgi notunun
kapak sayfası da var. Bu kapakta, Kara Kuvvetleri’nin
logo ve sembollerinin altında
komutan için hazırlanmış bilgi notunun başlığı yer alıyor:
Hükümetin irticai ve TERÖRİST faaliyetleri.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetine ‘
terörist’ deniyor yani. Ergenekon savcısı bu belgeyi sorduğunda Genelkurmay ‘Bizim değil’ cevabını veriyor ama biliyorsunuz Dursun Çiçek’in ‘
İrticayla Mücadele
Eylem Planı’ için de ‘Bizim değil’ demişlerdi.
***
Kendi halkına karşı
psikolojik harekât düzenleyen başka bir ordu var mıdır dünyada? Varsa hangi ülkenin ordusudur o?