Suriye'de rejim, dönüşü olmayan bir yola girmiş durumda. Artık herkes Beşşar Esed'in gideceğini biliyor. Bilinmeyen, 'nasıl gideceği'.
Bu kadar cinayetin ardından muhalefetle rejim arasında bir anlaşmayla iktidarın devredilmesi beklenmez. Dört bine yakın insan öldü
protesto gösterilerinin başlamasından bu yana. Olay bir kan davasına dönüşmüş durumda.
1970'te olduğu gibi ordu içinde bir grubun harekete geçerek Esed'i göndermesi, muhalefetle anlaşması ve böylece Esed'in arkasındaki yapıyı bir parça muhafaza ederek geçişi sağlaması da ihtimallerden biri. Rejimin içinden çıkan ama
muhaliflerin anlaşabileceği bir isim bulmak kolay değil. Ayrıca Esed'in yakınlarındaki birilerinin ordunun önemli bir kısmını alarak karşı tarafa geçmesi de zor. Peki, muhalif güçler bir 'devrim'le iktidarı ele geçirebilirler mi? Olabilir. Ama biliyoruz ki muhalefet Suriye'nin içinde değil asıl dışında faaliyet gösteriyor. İçeride barışçıl gösterilerle Esed'in gönderilmesi zaten mümkün değil. Dolayısıyla muhalefetin silaha sarılması kaçınılmaz. Ancak silaha sarılan bir muhalefetin Esed'in ordusunu kendi başına yenmesi mümkün değil. Mutlaka dışarıdan yardıma ihtiyaçları olacak. Oysa şu ana dek uluslararası müdahale pek dile getirilmiyor. Böyle bir müdahalenin 'meşruiyeti' ise BM
Güvenlik Konseyi'nin kararına bağlı. Çin'in ve özellikle de Rusya'nın Suriye'ye müdahale kararı çıkarmaya direndiklerini biliyoruz. Çin belki ikna edilebilir, ancak Rusya'nın
Libya benzeri bir operasyona zemin olacak bir karara
destek vermeyeceği kesinlikle söylenebilir. Belki bunu mümkün kılacak tek şey, Esed'in kitlesel
katliam girişimi olabilir.
Geriye Suriye'ye müdahalenin NATO şemsiyesi altında yapılması kalıyor.
Türkiye bu işe ancak Arap Ligi'nin tam desteğini alırsa girer. Ama sonuç, Türkiye'nin ana cephe olacağı bir savaştır. Türkiye'nin uzun kara sınırı olan bir ülkeyle NATO şemsiyesi altında da olsa savaşa girmesi 2003
Irak savaşına benzemez. Çok sarsıcı olur her bakımdan. Ancak Türkiye istese de istemese de böyle bir tezgâha çekilebilir.
İki
senaryo NATO operasyonunu tetikleyebilir. Birincisi, Esed kuvvetlerinin sivillere yönelik kitlesel
imha saldırılarına başlaması. Bunun üzerine başlayan insanî
kriz, kitlesel göç ve sonuçta yükselen uluslararası kamuoyu baskısı BM kararı beklemeksizin Arap Ligi'nin çağrısıyla NATO'yu Libya benzeri bir operasyona yöneltebilir. İkincisi, Türkiye'ye yönelik
PKK saldırılarının Suriye topraklarından hareketle ciddi kayıplara yol açması ve Türkiye ile Suriye arasında ciddi bir gerginlik oluşturması. Böyle bir durumda, şimdiye kadar Türkiye için hiç gündeme gelmeyen bir mekanizma (11
Eylül sonrası ABD'ye yönelik olarak devreye sokuldu) kullanılabilir. Örgüt 5. maddeye atıfta bulunarak Türkiye'ye yönelik saldırıları NATO'ya yapılmış sayıp 'tehdit'i ortadan kaldırmak üzere müdahalede bulunabilir.
Bunlar 'senaryo'lar. Türkiye bu senaryoların dışında kalabilir mi? Keşke... Ama Suriye sorununun Türkiye'ye taşmasını engellemekte zorlanabilir. Uzun bir kara sınırı var; ticarî ilişkiler ve de akrabalıklara varan yoğun sosyal ilişkiler de. Uzun süreli bir
ambargo Türkiye'nin özellikle
Güneydoğu bölgesinde ekonomiyi etkiler. Zaten
Kürt sorunu bağlamında hassas olan bu bölgenin
ekonomik olarak zayıflaması Türkiye'yi zorda bırakır.
Üstelik bir de 'Şii jeopolitiği' meselesi var.
İran'la ilişkilerin hiç de iyi gitmediğini biliyoruz.
Amerikan ordusunun tamamen çekilmesinin ardından Irak merkezî yönetiminde İran nüfuzu en üst dereceye çıkacak. İran'la Suriye arasında çok uzun zamandır devam eden ve isyanların başlamasıyla iyice sıkılaşan ilişkiler Suriye'yi tamamen İran nüfuz alanına bırakmış durumda. Ki bu alanın
Hizbullah üzerinden Lübnan'a kadar indiği de sır değil. Böylece Türkiye bir tür 'Şii-İran çemberi'ne alındığını düşünebilir, Ortadoğu'ya
açılım politikalarına set çekecek bir İran-Şii hattı, hükümeti sert kararlar almaya zorlayabilir.
NOT: Zaman, 25. yılını kutluyor. Başlangıcından bugüne emeği geçen herkese tebriklerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Son dört yıldır bu yolculukta onlara katılmak büyük mutluluk benim için...