Bir askere
darbecilik virüsü bulaşınca artık iflah olmaz. 27
Mayıs darbecileri hayatlarının sonuna kadar kendilerini 'ihtilalci' olarak gördüler.
Darbe sırasında yurtdışında bulunan
Talat Aydemir darbeye katılan arkadaşlarının ikbalini görünce kendisi de iki fiili girişimde bulundu.
27 Mayıs'tan altı ay sonra 14'lerin tasfiyesi de darbe içinde darbeydi. Komite'deki herkes, diğer grubun kendilerini asacağından korkuyordu. Bir grup
erken davrandı, diğerlerini harcadı. İktidarda kalan komitecilerin de başı Silahlı Kuvvetler Birliği denen başka bir cuntayla dertteydi. İktidarı sivillere devretmeden, bu defa da kendilerine karşı darbe yapılacağı ve kellelerinin gideceği endişesi içindeydiler. Yani cuntacılık hastalığı tüm orduyu sarmıştı 27 Mayıs'ın ardından. 9
Mart girişimi,
12 Mart ve 12
Eylül bu pisliğe bulaşanların eseridir. Silah zoruyla
iktidar ve imtiyaz sahibi olunduğunu görenler akıllarından silememişlerdir darbeyi.
12 Eylül darbecisi Kenan
Evren boşuna; 'bugün olsa yine yapardım' demedi.
Virüs hâlâ vücudunda. Bu bir hastalık; tedavisi de yargı. Cuntacılıktan ancak yargılanarak arınabilirler.
Balyoz planı da 28
Şubat'ta kanına darbecilik bulaşanların eseri. 3
Kasım seçimlerini Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki AK Parti'nin açık ara kazanması 28 Şubatçıları şoke etmişti. Partisi kapatılan, müstakbel lideri hapse atılan, bütün sosyal tabanı
taciz edilen hareket dönüşerek, büyüyerek iktidara gelmişti. 3 Kasım seçim sonuçları 28 Şubat sürecinin iflasıydı.
Yargıyı, üniversiteleri, medyayı avuçlarına almışlar, ama Tayyip Erdoğan'ın dönüşünü engelleyememişlerdi. Artık yapılması gereken 28 Şubat tarzı 'post-
modern' değil, 27 Mayıs modeli 'fiili' bir darbeydi.
Kasım 2002-Mart 2003 tarihleri arasında hazırlanan Balyoz Harekât
Planı böyle yeni bir stratejinin ürünüdür. Planın mimarı
Çetin Doğan TV konuşmalarında 'İktidara yeni gelmiş bir parti hakkında, daha icraatlarını bile görmeden neden bir
darbe planı yapılsın?' diyordu. Sanki AK Parti'yi ve Tayyip Erdoğan'ı yeni tanımışlardı 3 Kasım'da. Değil tabii. Balyoz, 28 Şubat'ın balyozu olacaktı hâlâ ayakta kalanlara karşı, ama yapamadılar.
Ordunun tam tepesindeki adam direniyordu. O yüzden Mart 2003'te
1. Ordu'da uygulanan plan semineri Genel
kurmay'a gitmedi, elden ele dolaştı.
Ayışığı,
Sarıkız, Yakamoz, Eldiven,
Kafes, 'Bitirme Planı' oldu. Adeta 'cuntalar
bayrak yarışı'... Emekli olan ardından gelene bırakıyor.
Darbelere baktığımızda 1. Ordu'suz darbe olmadığını göreceksiniz. Dün gözaltına alınanlardan iki orgeneral 1. Ordu'nun eski
komutanları.
Çevik Bir gibi. Burada ilginç harp oyunları yapılırmış hep. Örneğin 27 Mayıs darbesinden birkaç ay önce de 1. Ordu'da
harp oyunu yapılmış. Hem de dönemin
Kara Kuvvetleri komutanı ve cuntacıların lideri
Cemal Gürsel'in katılımıyla.
27 Mayısçı
Numan Esin anılarında bakın nasıl anlatıyor bunu: 'Cemal Gürsel'i ilk defa ihtilalden iki ay önce İstanbul'da gördüm. Bir harp oyunu yapılmıştı. Ben, kurmay subayı olarak oyunu hazırladım. 1. Ordu Bölgesi'ndeki ordu komutanlarının idaresinde bütün kolordu ve tümen komutanları katıldılar. Misafir komutan olarak Cemal Paşa gelmişti. Şöyle bir konuşma yaptı: 'Arkadaşlar, memleket çok güç ve tehlikeli bir durum içinde. Bu durumda, kuşkusuz bize de görevler düşecektir'. Onu dinleyince dedik ki; demek söylenenler doğru; Cemal Paşa da bu işin içinde.' (s.100)
İşte böyle, cuntacılık bulaşıcı ve kalıcı... Balyoz, 28 Şubat'ın devamıdır, 28 Şubat da öncekilerin.
Cumhuriyet döneminde bütün cuntaların ve darbelerin anası da 27 Mayıs'tır. Ve şimdi bu meş'um olayın 50. yılındayız. Katılanlardan ve kalıntılarından
hesap sormak için sembolik bir yıl...
Balyoz soruşturması geriye doğru darbeler ve darbecilerle yüzleşmenin başlangıcı olabilir. Bir elli yıl daha beklemeyelim..