Bugün konuğum Mehmet Akif
Ersoy. Kalkınmanın iksirini, simyasını ondan takip edeceğiz. 29
Aralık,
İstiklal Şairimiz,
merhum ve mağfur M. Akif'in 74.
vefat yıldönümü.
Türkiye'nin 'kurucu ve tek meşru iradesi' İstiklal Marşı'nda ebedileşmiştir. '
Allah bir daha yazdırmasın' diye dua etmiş ancak
Ergenekon kalkışmasıyla kök ve kurucu değerlerimize saldırı yapılmıştır.
Aslında Akif'e daha tek parti tasallutunda bedel ödettirilmiştir. 'Bugün hanümansız bir serseriyim, öz diyarımda' diye ağlayarak
sürgün,
yoksul ve yalnız vefat etti. Şimdilerde sinemalarda oynayan Hür Adam Said
Nursi gibi, Akif'in sadece fikirlerinden ve gözyaşlarından değil, cansız naaşlarından bile korktular. Unutturmak için bin bir
takla attılar. Unutmadık işte. Bir fikrin gücü, onu içselleştirip
gönüllü uygulayanların sayısına bağlıdır. Her sabah Al Bayrağın altında milyonlarca yürek onun mefkuresini haykırıyor.
Akif'in de, Said'in de, hatta bu çağın aksiyon ufku
Fethullah Gülen'in de tek bir kurtuluş reçetesi var: Mefkure birliği. Bunun için sabahı bekleyemeyen bir heyecan içinde koşarken, biri ayağına çelme taksa dönüp bakmayacaksın. Zira, galiptir bu yolda mağlup! Türkiye 12 2010
Eylül referandumundaki milli şahlanışıyla beraber, artık 'tefrika düzeninden, tesanüt düzenine' geçiyor.
Biliyorsunuz, işadamları yıllardır
siyasetin sıklıkla ekonominin önüne geçmesinden şikayet ederlerdi. Oysa normal şartlar altında bir büyük mefkureye dayalı olarak siyaset, ekonominin önüne geçmeli. Zira buldozer gibi yolu açacak olan siyasettir. Yoksa neden siyaset yapalım ki!
Ekonomi bu patikadan gidecek. Örneğin bir
Ahmet Davutoğlu, hükümetin bir 'komşularla sıfır sorun politikası' ve belki de en önemlisi, daha ortada ne hükümet, ne istikrar ve hatta devletin olmadığı 1990'lı yıllarda,
şapka çıkartacak büyük fedakarlık destanlarıyla, resmi temsilimizin bile olmadığı ülkelerde hayata geçen Türk Okulları projesi ile bayrağımızı dalgalandıran o büyük irade olmasaydı, şimdi ekonominin bu büyük dışa
açılımı olur muydu?
İşte sevgili Cumhurbaşkanımız gözyaşları içinde
Yemen'e duygusal bir açılım gezisi yaptı. Vizeler kalkıyor.
Hükümetimiz de çalışıp zaten altyapısını kurmuştu. Ancak tam beş adet Türk Okulu Yemen'li çocukların ağzından, Anadolu'dan süzme Türkçemizle çoktan uçsuz bucaksız çöl gecelerine Yemen Türküsü gönderiyor.
Bakar mısınız, hükümet-devlet-
toplum ilk defa el ele, gönül gönüle. Ruhu şad olsun, hayalleri gerçek oluyor, bir milletin yürekleri artık toplu vuruyor. Devletin hariciye çalışanları artık halkımızı konsoloslukların kapısından kovmuyor, trajikomik ancak, gidip diğer ülkelere 'bunları kovun' diye kendi vatandaşlarını jurnallemiyor, tersine
yardım ediyor,
işbirliği yapıyorlar. Anlayacağınız, ABD'de Yuppi, Ağlama Duvarı'nın dibinde üniformalı-kippalı, Rusya'da Leninci, kısacası bu bin-bir surat masonik tiyatro ekibi sahneden çekiliyor.
Evet, gözlerimizi bağlamış, bizi bir karanlık odaya atmış, elimize iki ucu keskin bir hançere tutuşturmuş, 'ayakta kalan kurtulur, savaşın' denmişti. Hiç kimsenin kazanmadığı bu 'bir milleti öldürmek' adlı tiyatro eserini bir de benim şairim
Erdem Beyazıd bakın nasıl anlatıyor:
'...delikanlıların
İncir çekirdeği meselelerle
birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan
daha kurumadan
Üstüne
cehennem güneşlerde mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan-ter içinde
yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan...
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü.'
Kanal-D'de bir dizi oynuyor. 'Öyle bir geçer ki zaman.' Şimdilerde üniversitelerde kaşınan öğrenci eylemlerini oradan kaşımaya devam ettiklerini görüyorum. Şimdi dönün bu şiiri bir daha okuyun. Tefrika düzenine geçit vermeyin. Daha hayallerimiz yeni başladı!