Seçimden sonra gerek ezici bir
zafer, gerekse hayal kırıklığı yaratacak bir mağlubiyet durumunda, intikam duygusuyla yapılacak destursuz 'ilk yorumlar'
Türkiye'nin önünü kapar.
Yorumlarımız sonuçlardan bağımsız oldukça ortak akla yaklaşırız.
İlk olarak
seçim meydanlarında sergilenen ayrıştırıcı tutumları tümüyle unutup, aslında sürekli güncelleyerek bu köşeye taşımaya çalıştığımız, esasen seçim meydanlarında da ipuçlarını bulduğumuz 'ortak paydalara' ve 'mutabakat unsurlarına' yönelmeliyiz. Sonuçlar ne olursa olsun bu adımları atmayı yine hükümetten bekl
emek gerekiyor. Çünkü Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e öğütleriyle ifade etmek gerekirse: "Beysin... Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana, üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana düşer."
Peki, o mutabakat unsurları nelerdir? İlk olarak bu seçimlerde bütün partiler yeni bir ana
yasa yapılması gereğinde mutabık olmuşlardı. 'Yağdı yağmur, esti rüzgâr', 'armudun sapı, üzümün çöpü' gibi nedenlerle
destek vermeyenler bir kez daha deşifre olurlar. Hatırlayın, AK Pati 2007 seçimlerinden sonra yeni bir anayasa için bir
teklif paketi getirerek 'siz de sizinkini getirin, tartışılsın' dedi. Ancak 'paket ya da teklif bir dayatmadır' diyerek destek vermediler. Ardından
AK Parti yine 'demokratik
açılım' konusunu gündeme getirip, 'işte şartımız-şurtumuz yok, gelin tartışalım' dedi. Bu sefer de 'bir de hükümet olacaklar, elleri bomboş gelmişler, teklifini görelim' deyip yapıcı rol almadılar. Oynamasını bilmeyen gelin, 'yerim dar' dermiş! Bir defa
Ergenekon kimyalarını bozmuş ya, mahalle kabadayısı enselerinde, kurt kuzuyu
yiyecek ya, ha bire 'suyumu bulandırdın' ayaklarında. Yaraya merhem olmak yerine tuz basıyor, ondan sonra da suçlu arayışına giriyorlar.
İşte yeni bir devran açabiliriz. Eğer 'Meclis'te gerekli aritmetik oluşmadı, oyunbozanlık gücü bizde, sıkıysa yap anayasayı da görelim' diyerek süreci bir kez daha kilitlemeye kalkarlarsa, provoke olmadan hükümete sabırla bütün bunları deşifre etmek düşer. Hele BDP için dünyanın bakışını bunlara çekmek gerekir. Bunun için
sivil toplum derinlemesine devreye sokulmalı. Engelleyenler hem 'dakika bir' yalancı konumuna düşerler hem de bir dahaki seçimlerde 'engelleyenler' olarak seçimleri kaybedecekleri daha şimdiden ilan edilebilir. Mevcut anayasal çerçeve Türkiye'yi taşımıyor. Eğitim
reformu, emek piyasası reformu, ince ve uzun bir AB yolunun idaresi gerekiyor.
İkinci mutabakat sözü ekonomide. Bütün partiler 2-2,5 trilyon dolarlık bir ekonomi, yüzde 7 civarında bir
büyüme sözü verdiler. 600-650 milyar dolarlık bir ihracat hedefi var. 2023'e doğru Türkiye'nin dünyada 10. büyük ekonomi olması hedefini kimse gayri ciddi bulmadı. Kendileri iktidara gelse yapılması gereken reformlara ve alınması gereken tedbirlere, sırf başkası hükümettedir diye karşı çıkarlarsa yine deşifre olacaklar.
Ancak hükümetten de daha çok şeffaflık bekliyoruz. (Bu arada şeffaflık demek çıplaklık demek değildir!)
Hükümetten sözde değil, özde yani nitelikli bir 'istişare' ortamı ve '
hesap verme' yaklaşımı bekliyoruz. Bu bağlamda muhalefetle düzenli sinerji ortamları oluşturulmalı ve buna sadık kalınmalı.
Türkiye, başlıca makro
ekonomik reformları yapıp netice aldı ancak mikro ekonomik reformları yapıp bitiremedi. Türkiye'de aslında 2006 yılından beri ekonomide bir 'konjonktür idaresi' vardır.
Enflasyon-
faiz-cari açık-borç vs. gibi verilerin takibine ve birtakım iktisat politikası kararlarıyla sorunun çözümden ziyade ötelenmesine dayalı bir yol takip ediliyor. Bunun nedeni kesinlikle Ergenekon dayatmasıydı. 12
Eylül 2010
yargı reformu paketinde ve son çıkan 'Torba Yasa' örneğinde olduğu gibi, hükümet adeta bir 'gerilla savaşçısı' taktiğiyle böyle bir ortamda ne yapabilirse yapmaya çalıştı. Oysa deliklerimiz yamanarak kapanacak türden değil. Türkiye atık Ergenekon iradesinin hayalini kurduğu önceliklere göre değil, millet muhayyilesinde karşılığı olan kök değerlere göre idare edilmeli, dünya ile uyumluluk gözetilmelidir.