1980'lerde yükselişi önlenemeyen neo-liberal kapitalizm, bugün insanlığı tam bir çıkmaza sürüklemiş durumdadır.
Refah, barış,
diyalog, insanın kendini gerçekleştirebilmesi yönündeki temel duruşu ve fıtrî kurgusu umutsuz bir kısırdöngü içine girmiştir.
1990'ların başında ilan edilen 'tarihin sonundan', öyle görülüyor ki, 'tarihin başına' gelmiş durumdayız. Bugün sadece 20 sene sonra küresel kapitalizm bütün uygulanabilir reçeteleri bitirmiş, tam bir 'yukarı tükürsen
bıyık, aşağı tükürsen sakal' noktasına gelmiştir. Bu arada kapitalizm sadece kendi topu dikmiş değil, ortalığı da biteviye çölleştirmiştir. Çoğulculuğu, çoklu ve farklı modernite arayışlarını ve bu arayışın meşruiyet zeminini tahrip ettiği için, şimdi insanlığın yüzünü nereye döneceği konusunda bir çaresizlik pompalamaktadır da.
Piyasa ekonomisinin 'guru'ları, mevcut
kriz aşamasında 'Karl Marks aslında haklıymış.
Küreselleşme ve
finans kapital emeğin sömürüsü, gelir dağılımının bozulması, fakirlik, yaygın işsizlik ve umutsuzluk sarmalında kendi kendini yok etme aşamasına gelmiştir.' diyorlar.
Görüşlerine değer verdiğim
Joseph Stiglitz ve Paul Krugman gibi iktisatçılar ile, 'bilim kilisesinin müritleri' tarafından 'kâhin' ilan edilen
Nouriel Roubini, Avrupa'da ve ABD'de alınan son tedbirleri kesinlikle reddediyorlar. Ben de. Zira çözüm için her yerde kamu kesimi aşırı bir şekilde kemerleri sıkmaya zorlanıyor. Büyük alacaklılar ise 'yetmez, daha çok' diye tamtam çalmakta.
Sarkozy-Merkel de son toplantılarında bunları rahatlatamadılar. Oysa gelişmiş ülkelerde talep daralması derinleşiyor. Büyüme de durmuş durumda. Kronik talep açığı ve
büyümenin durduğu yetmezmiş gibi, şirketler sözde tasarruf etmek ve ayakta kalmak için binlerce
işçi çıkarma yarışına girerek bu süreci tam bir fasit daireye çevirmekte.
Bu yüzden mezkur iktisatçılar 'Kısa vadede parasal ve mali genişleme ve teşviklere dönülmeli. Orta-uzun vadede ise
disiplin esas alınmalı' dedikten sonra çözümlerini şu şekilde sunuyorlar: Piyasa çalışmazken, kamusal mal üretme görevi öne çıkartılmalı. Bu meyanda Anglo-Sakson modeli ile AB'nin dikiş tutmayan
refah devleti modeli artık ıskartaya çıkartılmalıdır. (Yerine neyi ve nasıl koyacağız? Cevap yok.)
İstihdam teşvikleri ve kendi kendini amorti eden altyapı yatırımları hızlandırılmalı. Banka iflaslarının önüne geçmek üzere para otoriteleri 'son başvuru merciini' devreye sokmalı. Hane halklarının borçları düşürülmeli, finansal
sistem çok sıkı denetlenmeli, 'batırılmayacak kadar büyük'
bankalar ile tekelci tröstler bölünüp küçültülmelidir.
Peki, 2008'in son çeyreğinde devletler zaten burada zi
kredilen tarzda hem nalına hem mıhına işe dalmadılar mı? Bütün bunları yapmaya çok daha muktedirken, ne kadar başarılı olundu? Tam tersine, bumerang etkisi yaptı ve dönüp berbat bir şekilde herkesi vurdu. Şimdi
batık ve kredibilitesi dibe vurmuş devletlerden, aynı reçeteyi daha da derinleştirerek uygulaması öneriliyor. Açıktır ki, teşhislerinde ne kadar isabetli iseler, çözüm önerilerinde de o ölçüde yanılgı içerisindeler.
Gelelim benim 'acil çözüm' yöntemime. Ünlü kapitalist Warren Buffett bile çözüm yolunda daha gerçekçi reçete sunuyor. 'Artık biz zenginlerin bedel ödeme,
vergi verme zamanı gelmiştir.' diyor. Aynen öyle, dünya çapında büyük
sermaye kârdan zarar etmeli ve belki tarihte ilk defa küresel çapta büyük bir 'servet vergisi' devreye sokulmalıdır. Serbest kalan bu kaynak, etkin modeller çerçevesinde fakirlere yönlendirilmeli.
Kamu kesimi büyük bir borç yeniden yapılandırmasına gitmeli. Şirketlerin türev işlemlere dayalı kaldıraçlama (leveraging) süreçleri sıkı bir denetime alınmalı. William Greider'in önerdiği türden, kapitalizmin mabetleri olan şirketler hukuku, bu doğrultuda mülkiyet haklarının kullanımı yeniden tanımlanmalıdır. Evet bedeli bir kez olsun, fakir devletlerin Karun gibi zenginleri ödemeli. Ancak bunun tek şartı, küresel düzeyde
işbirliği. Yoksa devletler tek başına bunu göze aldıklarında, acımasızca batırılacaklardır. Batırılıyorlar da!
Yatırım bankalarıyla girdiği ilişki sonucu bugünkü krizi tetikleyen kurumların başında gelen
kredi derecelendirme kurumları lağvedilmelidir. Ülkelerin kredibilitesi, borç verenle alan arasında ayarlanmalıdır.