Türkiye İş Kurumu'nun (
İŞKUR) yılın başında yayınlamaya başladığı 'İstihdamda 3İ' adlı üç aylık derginin ilk sayısı için, Genel Müdür Doç. M. Kemal Biçerli'nin ricasıyla yazdığım makalenin başlığı 'Kriz dönecek, biz kazanacağız' şeklinde idi. Yılın yarısını geçtik,
kriz kapıya dayandı. Kazanacağımızdan kuşkum yok.
Kriz, aslında biraz da bizim onu nasıl tanımladığımızla ilgilidir. Neye 'kriz' diyorsak aslında kriz odur. Bana göre bu yüzyılı 'belirsizlik', 'hız' ve 'küçültme' (non-mühendislik) şeklinde üç kritik kavram
tarif ediyor. Bunların her biri iç içe geçmiş fırsat ve krizleri barındırmaktadır.
O halde bu kadar belirsizlik evreninde 'krizin olmadığı' tek yer mezarlıklardır. O halde girişimcilik kalitesi; 'krizi fırsata çevirebilmek' kabiliyetiyle ölçülür. Gerçekten de uzun devreler halinde dünya iktisat tarihi verilerine bakıldığında, her yükseliş döneminin içinde bir çöküş, her çöküş döneminin içinde de bir çıkış damarının bulunduğu görülecektir. İlahi buyruk bize 'her zorluğun içinde en az birden fazla çözümün şifrelenerek gönderildiğini' müjdeliyor. Ancak bu şifreleri kırmak için de çok çalışmak gerektiğini kavramış olmamız gerekiyor.
Kapitalizmi bir 'inşacı
yıkım' süreci olarak tanımlayan J. Schumpeter'e göre bu sistemin itici gücü girişimciler ve 'buluşları'dır (inovasyon). Yenilikler, eski yapıları yıkıma uğrattığı veya bunu başarabildiği ölçüde 'inşacı yıkım' adını alır. Ancak her yıkım otomatik olarak 'inşacı' olmaz. Bunların inşacı olabilmesi için sistemi bir adım daha ileriye taşıması gerekir. Mevcut küresel krizin bir 'inşacı yıkım' olduğundan ciddi kuşkularım var.
'İnşacı yıkımı' en iyi Kontradiev
Dalgaları (KD) açıklar. KD, dünya sistemindeki iktisadi genişleme ve daralma devrelerini inceler. KD'nın ortalama ömrü 50-60 sene kadar olup, kabarma ve sönme ya da gerileme evreleri vardır. Bu dalgaların ilk 30-40 senesi yükselme, son 20-30 senesi ise gerileme dönemine tekabül eder. Yükselme döneminde yaklaşan 'krizi', kriz döneminde ise 'ana rahmine düşen fırsatları' takip etmek, tam bir girişimcilik vasfıdır.
KD yaklaşımında bir önceki inovasyon ve değişim dalgası, bir sonrakini tetikler. Bir
doğum olayı gerçekleşeceğinden dolayı da bu devrelerin ağrısız ve sancısız geçmesi beklenemez. KD yeni buluşlara, bu buluşa paralel olarak ortaya çıkan yeni sektörler ve döneme hakim rengini veren kritik birtakım girdilere dayalı olarak yükselirken, sürecin
kontrol dışı yan etkileri de zaman içinde kendini belli etmeye başlar.
Her KD'nın yükselen ve gerileyen sektörleri vardır, dedik. Yükselen sektörlerin girdileri de çok önem arz eder. Ancak sektörü tahmin ve kontrol edenler zaferi kazanırken, bu sektörlere girdi tedarik etmekle yetinenler ise amelelik yapmaya devam eder. Örneğin başlangıçta
tekstil çağını sektiren Türkiye,
köylü kalmayı ve
pamuk satmayı
tercih edince sektörün modası, markası, tasarımı, kimyasalları ve makinesi başkalarında kaldı. 1980'lerde yarı iletkenler, 1990'larda
nano-teknoloji çağı geldi geçti. TV montajına saplanıp kalan Türkiye ise şimdi yine küresel dünyanın köylüsü, hamalı ve cari açık yorgunu.
Şimdi dünyada yan etkilerin, ana damarı tıkadığı bir noktadan geçiyoruz. Bu, bir anjiyo ve by-pass ameliyatı gerektirecek. Yaşlılar belki ölümden dönecek ancak ömründen ömürler gidecek. Gençler ise mesafeyi kapatacak. 2008-2009 krizi olmasaydı bugün ABD, AB ve Japonya'nın tafrasından geçemiyor olacaktık.
Hani 1990'larda 'tarihin sonu gelmişti'! Hani
Amerikan kapitalizmi son sözü söylemişti! Ancak kriz gardlarını düşürdü. İkinci dalga kriz bu ülkeleri biraz daha sarsacak. Kader bize diyor ki, 'sizin yapamadıklarınızı, sizin adınıza ben yapıyorum, elinizi çabuk tutun.'