Son yazımın 'Keçiyi yardan uçuran, bir tutam ottur' şeklindeki başlığı bir hayli ilgi çekti.
Genel olarak Türk aydınını, özel olarak da bankacılık lobisini eleştirdim.
Düzenli okurlarımdan çok takdir geldi. Ancak yazının başlığına 'aldanan' bazı part-time okurlar, eleştiriyi 'sert' bulmuş. Bizim '
sektörde', arka sokaklarda verilen büyük kavgayı dikkate alırsak aslında 'çok yumuşak.' Gelelim son
büyüme konusuna.
Ekonomi 2010 yılında kabaca yüzde 9 büyüdü. Çin ve Arjantin'in ardından dünya üçüncüsü oldu. Ardımızda ise
Hindistan var. Bunun arkasında ne var? Unutmayın, devletin görevi güveni, itibarı ve istikrarı sağlamaktır. Başarının arkasında bu büyük liderlik var.
Türkiye'de hükümet bunları yapıyor, sonuç da arkasından geliyor. Örneğin
krizde açıklanan Orta Vadeli Programlar sayesinde belirsizlikler azaltıldı, beklentiler doğru yönetildi. Tüketici ve yatırımcı güveni güçlendirildi. 2009'da
kredi notu artan nadir ülkelerden olduk. Kriz süresince her türlü faizi düşürmede rekorlar kırdık, 2010 yılında ise
kredi notu artışında ve risk unsurlarının gerilemesinde. Keza kriz süresince istihdamı artırmaya ve işsizliği azaltmaya yönelik olarak önemli adımlar atıldı. Krizden çıkış stratejisini ilk açıklayanlardan biri Türkiye oldu.
İlaveten 2009 yılı Temmuz ayında yeni bir
teşvik sistemi uygulamaya konuldu. 2011 yılı
Şubat ayı sonuna kadar geçen sürede 76,5 milyar TL yatırım öngörüldü. 2010 yılında ise
özel sektör tam 164,3 milyar TL'ye yatırım yaptı.
İmalat sanayii yatırımları dördüncü çeyrekte yüzde 60 arttı.
Hani yatırımsız ve üretimsiz ekonomi oluyorduk?
Cari açık da, işsizlik de 'üfürmekle' değil, işte tam da bu yolla kapanacak. Nitekim 2010 yılında istihdam artışı 1,3 milyona çıktı, işsizlik 2,1 puan geriledi. G-20,
Avrupa Birliği ve
OECD ülkelerinde işsizlikte en büyük gerileme Türkiye'de kaydedildi.
Gelelim muhalefetin bütün bunları okumasına. Yavru muhalefet bu konulardan çoktan kopmuş. O başbakana 'eve dön,
Ankara'ya kapan' çağrısı yapıyor. 'Haritada yeri belli olmayan Şile'de (
Şili demek istiyor!) ne işin var' diyor. Baktı ki çağrısı tuttu (!) bir adım daha attı ve 'cemaati de kapatın' dedi.
Milliyetçi camiayı 'hadım' etti, gözünü cemaate dikti. Devamını tahmin edeyim mi, 'aslında Türkiye'yi de kapatın' diyecek. Böylece 'büyük
komutan Çetin Doğan'ın, 'üstüne
çökme hayali' daha bir mümkün olacak.
Anamuhalefet lideri ise sayfalar dolusu analizler yapılan büyüme verisiyle ilgili sadece 'ay inanmıyorum' dedi. O bambaşka yerlerde. Solcu ya, 'fakir kalın, askere gitmeyin, işe gerek yok hepinize biner TL' diyor.
Fakirliğe davetiye. Kendi partisinden Prof. Esfender Korkmaz'a bile 'hadi be!' dedirtti. Çoktan prangalarını kıran, dünya görüşü,
tüketim kalıpları değişmiş Türkiye'de '1960
model Ankara bürokratı' olarak işi zor.
Son olarak kriz boyunca alınan tedbirleri inkâr edip, alaya alanlar, şimdi yine hükümetin ve MB'nin aldığı tedbirlere aynı yaklaşımı sergiliyor. Birçok ülkenin ne yapacağını bilemediği bir ortamda Türkiye, finansal istikrarı korumak için para ve maliye
politikaları ile makro ihtiyati önlemleri özgün bir politika bileşimiyle zamanında ve öncü bir tarzda uygulamaya koydu. Ruhunu şeytana kaptıran lobici aydınlar yine dalgasını geçiyor. Bir tutam ot aşkına yardan atlamaya hazırlanan Türk
tipi keçiler inadında ısrar ediyor, güzele güzel diyemiyor.
Neyse dönelim bugünün gerçeğine: Tarihte ilk defa 'trilyon TL'lik bir ekonomi olduk. Ekonomi editörü Turhan
Bozkurt 'takadan inip, gemiye binip okyanusa açıldık' diyor. Peki aşabilir miyiz? 2008-2009 krizinde direnip ayakta kalanlar ile yolda kalanlar, 2010 yılında ise yarışa devam edenler açıkça görülüyor. Avrupalıların Türkiye için kullandığı 'çok büyük, çok fakir ve çok istikrarsız' yakıştırmasının sorumlusu olan bereketsiz adamlar tarihin ve milletin yakasından düştükçe, bütün dünyada şanımız yürüyecek. Artık bizi 'çok hızla büyüyen, hızla farkı kapatan, istikrara tutunmuş, fırsatlar ülkesi' olarak
tarif ediyorlar. Unutmayın, bu millet, gemileri okyanusta yüzdürmesiyle değil, dağların zirvesinden aşırmasıyla tarihe geçti!