Şöyle bir
pankart gördüm: “Darbeciler yargılansın/Zorunlu din dersleri kaldırılsın.”
İlk anda tuhaf geldi bana. Sanki “
darbeciler din derslerini zorunlu hale getirdikleri için yargılanmalı” d
emek istiyorlar.
Aslında “sanki”si fazla, tastamam öyle. Bizdeki solcu geçinen adamların büyük çoğunluğunun “darbe” veya “
demokrasi” kavramlarına yükledikleri anlam bu çerçevede oluşuyor. “Bizim” iktidarımıza tehdit oluşturuyorsa “darbe”, iktidarımızın yolunu açacaksa “demokratik mücadele”.
Zorunlu din dersini getiren 12 Eylül’e karşıyız; dinin toplumsal tezahürlerine savaş açan 28 Şubat’ı destekliyoruz...
Böyle bir utanmazlık görülmemiştir!
***
“Bu işler demokrasiyle olmaz” diyenlerin temel argümanı değişmiyor: Siyasetçiler oy kaygısıyla hareket ederler. Kendilerine oy verenlerin istediklerini yaparlar. Cahil halkın istedikleri aslında
ülke için hayırlı olmayacağından, demokrasi kötüdür...
***
Doğal olarak bunlar
Ergenekon soruşturmasına da karşılar.
Biraz daha utangaçları “AK Parti’nin muhalifleri
tasfiye ediliyor” gerekçesini keşfetmişler, onu geveliyorlar ağızlarında. Daha açık sözlü olanları “darbe istemek neden suç olsun ki!” diye dikleniyor...
Nerede söylüyorlar bunları?
Edebiyat dergisi Varlık’ın bu ayki sayısında.
Dergi edebiyatçılar arasında bir soruşturma yapmış, “Ergenekon” ve “darbe” girişimleri hakkında kim ne düşünüyor diye... Her ne kadar çoğunlukla kafa yapıları birbirine benzeyen adamlara yöneltilmişse de, sorular güzel sorulmuş ve önemli bir iş çıkmış
ortaya. Yıllar yılıdır demokrat,
devrimci, sosyalist gibi sıfatlarla anılagelen anlı şanlı yazarlarımızın,
şairlerimizin politik bilinç düzeyinin sol entelijansiyanın genel çizgisinden hiç de aşağı (!) kalmadığı ortaya çıkmış.
Mesela “devrimci” şair Ataol Behramoğlu şöyle demiş: “... arada bir yeraltından
silah çıkarmalar, ne idüğü belirsiz birtakım kâğıt parçaları çevresinde kopartılmak istenen fırtınalar,
Türkan Saylan gibi bir kişiliğe yöneltilen alçakça hareketler ve benzerleri,
Türkiye tarihinin hiçbir döneminde bu ölçüde benzerleri görülmemiş provokasyon tertipleridir.”
Behramoğlu’na göre “bütün askeri darbeler gericiliktir” demek “ülke gerçeğinden, toplumsal dinamiklerden habersizliktir.”
Anladınız mı?
Derginin sorularına
cevap verirken “komünist olmayı aydın olmanın en üst düzeyi sayarım” diye ayaküstü bir vecize de üretiveren “birader kontenjanından şair” Nihat Behram ise Ergenekon soruşturmasını 12
Mart ve 12 Eylül’den sonraki “3. faşist darbe deneyimi” olarak tanımlıyor.
Emek Partisi “pratiğinden” Sennur Sezer politik terminolojiye katkıda bulunuyor: “Benim için 27
Mayıs 1960 askeri dönüşüm,
ötekiler darbe.”
“Anlatı Yerlemleri” müellifi Tahsin
Yücel “
27 Mayıs başkaydı” edebiyatını sürdürüyor;
Özdemir İnce bildiğiniz gibi...
“Ankaralı yazar” Erendiz Atasü lafı dolandırıyor; “polisiyeci” Ahmet Ümit topu taca atıyor.
Bu kadar kişi arasında sadece şair
Roni Margulies ile Sabit Kemal Bayıldıran darbelere ve Ergenekon’a karşı tutum almış görünüyorlar.
***
Aralarında en “erkekçe” konuşan yine bir kadın olmuş. Vaktiyle bazılarının “büyülü gerçekçilik” akımının Türkiye temsilcisi diye
tescil etmeye kalkıştıkları Leyla
Erbil lafı dolandırmadan, açık açık “ben darbe isterim” diyor. Şu laflara bir bakar mısınız:
“Ben ordunun darbe yaparak hükümetlerin yıllardır oy kaygısıyla sürüncemede bıraktığı işleri yaptırtmasını isterdim. Şöyle ki; Gökten Türkiye’ye bir
darbeci ordu düşse, (...) denizlerimize derelerimize kirli atıklarını arıtmadan salıveren görgüsüz yeni burjuvaziyi engellese, tecavüzcüleri tek celsede halletse, mafyayı def etse, ülke topraklarını kimseye sattırmasa, (...) eğitimimizi
temiz ellere getirse hangimiz istemeyiz öyle darbecileri; buyursun gelsinler derim. Tarihte böyle askeri darbeler olmuştur. “
***
Ben bu lafların arasında yalnızca bir yere takıldım: kirli atıklarını denizlere akıtan “görgüsüz yeni burjuvazi” den söz ediyor Leyla Erbil, demek ki “görgülü eski burjuvazi” ile bir sorunu yok.
Galiba meselenin özü burada.