Tahmin edin bakalım, şu sözleri kim söylemiş olabilir: “Ben
Diyarbakır Cezaevi’nde insanların coplanarak, yani zorla PKK’lı yapıldıklarını bilen bir insanım. Tüm köy isimleri değiştirildi bu ülkede.
Kürtçeyi hayatın ortasında yeni yeni kullanabiliyor insanlar, tüm bunların farkındayım.”
Bu sözler liberal aydınlarımızdan birine değil,
Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Alişan Satılmış’a ait. Satılmış, Gerçek
Hayat dergisinden Bekir Fuat’a verdiği röportajda ezber bozucu şeyler söylüyor. Kürt etnik varlığını ve diğer etnik kimlikleri inkâr etmeyen, Türk kimliğini ise etnik kökenin değil ortak kültürel kimliğin ifadesi sayan “olumlu” milliyetçilik anlayışını seslendiriyor.
Milliyetçi camianın Kürt meselesine bakışının ve daha genel anlamda millet anlayışının Bugünkü MHP sözcülerinin öfkeli retoriğiyle temsil edilemeyeceğini gösteriyor. Çünkü milliyetçi geleneğin partinin mevcut çizgisinden farklı ve çok daha gerçekçi, çok daha kuşatıcı bir yaklaşımı da barındırdığını hatırlatıyor.
Ülkü Ocakları’nın eski başkanı, mevcut MHP yönetiminin Kürt
açılımı konusundaki politikasını şöyle yorumluyor: “Milliyetçi bir partinin, milliyetçilik iddiasında olan bir partinin daha
farklı davranması gerekir. Daha farklı, daha kuşatıcı olması gerekir.
Milliyetçilik şayet bir
ırkçılık değilse ki
Türkiye’de milliyetçilik hiçbir zaman ırkçı bir ideolojiye dönüşmemiştir. Öyleyse milli duruş Türkiye’nin daha çok büyümesini icap ettirir. Çünkü siz milliyetçisiniz ve bu ülkenin sahiplerisiniz. Daha çok hoşgörülü ve daha kuşatıcı olmanız gerekir.”
Eski Başkan’ın DTP eleştirisinde bile ölçüyü gözetmekten geri durmaması ayrıca ilginç geldi bana. Mesela “Yine de mecliste
siyaset yapan DTP’nin bir sorumluluğu yok mu?” sorusuna şu cevabı veriyor:
“Var elbette. Ama adam etnik siyaset yapıyor, bölücülük yapıyor. Ama o bölücülük yapıyor diye sen de aynı yolda yürüyemezsin. Adam bölmek mi istiyor ülkeyi, senin görevin aklıselim ile davranıp kuşatıcı olman.”
Milliyetçiliği bir etnik köken vurgusuna indirgeyen yaygın ve
baskın anlayışın karşısında bu kavramın “kuşatıcı” bir ideoloji olarak tanımlanmasının Türkiye için değerini anlamak lazım.
***
“Olumlu milliyetçilik” kavramına ilk olarak
İskender Öksüz’ün bir yazısında rastlamıştım. O da galiba Amerikalı bir sosyal bilimciden ödünç almıştı.
Bir ara
Başbakan Erdoğan da bu kavramı “menfi milliyetçilik” ve “müspet milliyetçilik” ayrımı çerçevesinde kullandı.
Biraz kabaca
tarif edecek olursak, farklılıkları ortadan kaldırmayı öngören anlayış “olumsuz milliyetçilik”, farklılıkları tanıyan ama birleştirici unsurlara dayanmayı seçen anlayış ise “olumlu milliyetçilik” demek. İlkinin örneği etnik milliyetçilikler, ikincisi kuşatıcı kültür milliyetçiliği.
Dünyada genel anlamıyla milliyetçilik denildiğinde farklı topluluklardan birinin diğerlerini yok etmesini veya tahakküm altına almasını, en azından asimile etmesini öngören eğilimler anlaşılır. Milliyetçi hareketlerin tamamına yakını kendilerini “diğerlerinden” ayrıştırmak isteyen toplulukların ideolojisi olmuştur.
Bizim burada bir şansımız var. Osmanlının son döneminde milliyetçiliğin bir “siyasi ideoloji” olarak ortaya çıkışında esas olarak “ayrışmaya yönelen” unsurları bir arada tutma ihtiyacı belirleyici olmuştu. Onun için
Ziya Gökalplerin anlattığı milliyetçilik “kültür birliğini” esas alıyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında “ulus devlet” inşası peşinde bu çizgiden bir kopuş yaşanmış olsa da, bin yıllık tarihin meydana getirdiği millet yapısı kolayca değişecek değil!
Bugün “sokaktaki adamın” milliyetçilik tanımı hâlâ “vatanseverlik” ve “ortak değerler” zemininde ifadesini buluyor.
Demek ki “olumlu milliyetçiliğin” hâlâ şansı var. MHP içinde bile.