Gazetemde, kesintisiz 20 yıldır yazıyorum. İlk yazım, 1989'da
Aralık ayının son haftasında çıktı.
Perşembe günleri, yorum sayfasında dört yazım yayımlandıktan sonra
Abdullah Aymaz Bey aradı; "Size bir köşe açmak istiyoruz, bize bir isim gönderebilir misin?" dedi. "Bize Göre" köşesi öyle başladı.
Bir yandan
Yalova'da kardeşimle kurduğumuz dershanede müdürlük, fizik öğretmenliği yapıyor, bir yandan da haftada bir yazı gönderiyordum.
Asıl mesleğim
öğretmenlik olduğu için bu yazarlık konusu bana çok sorulmuştur. Kısaca anlatmalıyım.
Ben Üniversiteye 1968 yılında girdim.
Edirne Erkek İlk
Öğretmen Okulu'ndan,
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'na geldim. 1968, üniversitelerde çatışmaların ve kanlı olayların başladığı yıldı.
Çapa Yüksek Öğretmen, meğer solun en uç derneği Dev-Genç'le, sağın en uç derneği Mücadele Birliği'nin kalesiymiş. O gerilimli çatışma ortamında, ben de Mücadeleci oldum. Fizik-matematikte okuyordum ama ilkokuldan beri edebiyat ve kompozisyonum da çok iyiydi. Mücadele Birliği'nin 3
Şubat 1970'te Yeniden Milli Mücadele isimli bir dergisi çıkmaya başladı. Ben ve yayın yönetmenimiz
Ahmet Taşgetiren, ilk sayısından itibaren o derginin yazarı olduk. Artık öğretmenliği düşünmüyordum. Muhabirlik yapıyor, röportajlara gidiyordum. 14
Mayıs 1972'de Ecevit'in, genel başkanlığı İnönü'den aldığı
CHP kurultayını da takip etmiştim. DİSK kongresinde ve CHP
Gençlik Kolları Kurultayı'nda ciddi dayak tehlikesi atlattım.
1976'da Mücadele Birliği, Yeni Ortam Gazetesi'ni satın aldı ve Bayrak isimli günlük bir
gazetemiz oldu. Sarı basın kartı sahibi olarak, gazeteye geçtim. Günlük gazete, haftalık dergiden çok farklıydı. Birkaç ay sonra askerliğe müracaat ettim. Çankırı Astsubay Sınıf Hazırlama Okulu'nda askerliğimi fizik öğretmeni olarak yaptıktan sonra yeniden Bayrak'a döndüm. Artık gazetenin isimsiz başyazarıydım. Birinci sayfadan "Günün İçinden" köşesinde yazıyordum. Meğer Mücadele Birliği dağılma sancılarını yaşıyormuş. Biz bütün mesaimizi gazeteye verdiğimiz için olan biteni tam bilmiyorduk. Dağılmalar başladı ve ben de elimdeki yüksek öğretmen diplomasıyla öğretmenliğe müracaat ettim.
Eylül 1977'de Yalova Lisesi'ne fizik öğretmeni olarak tayinim çıktı.
Zaman'da yazmaya başlayınca film, koptuğu yerden yeniden başladı. Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışınca, Mücadeleci yıllarımdaki sert üslubum yumuşadı. Hiç unutmuyorum, bir gün camiaya yöneltilen ağır ve
hakaret dolu bir yazıya
cevap vermek istemiştim. Kendisi bunu sohbetimiz sırasında fark etti. "Rica etsem Hüseyin Bey, siz o yazarı Aymaz Bey'le bir ziyaret eder misiniz?" dedi. Ziyaret ettim ve doğrunun ne olduğunu yaşayarak gördüm.
1995'in başında, kendimi
Zaman Gazetesi genel müdürlüğü yükünün altında buldum. 28 Şubat sürecini, öncesini, sonrasını, görevden ayrıldığım 1999 Ağustos'una kadar yaşadım.
Zaman'da yazmayı, bir milletin dirilişi, kendisi kalarak dünya ile entegre olması açısından çok önemsiyorum. Çorbada bizim de bir tuz tanemizin olmasını,
hesap günü kendimi anlatma adına önemsiyorum. Yani ben Zaman'ı, gazeteden de öte görüyorum.
Medya, özünden kopmak istemeyen milletimizi çok hırpaladı.
Millet iradesi üzerindeki askerî vesayetin zeminini, korumasını, gerçeklerin örtülmesini hep medya sağladı. Bu medyanın ne olduğunu bilenler, Zaman gibi yayın organlarının nasıl bir
nimet olduğunu derinden anlar. İnancım istikametinde söyleyeyim; bu gazete bir nimettir. Her nimetin şükrü, kendince olur. Zaman büyümeli, milyonluk tirajlara ulaşmalıdır. Ben, 19 yaşımdan beri milletimin geleceği ve
Allah'ın adının yüceltilmesi için sancı çekiyorum. Zaman, sancı çekenlerin, bu milleti yeniden tarih sahnesinde, büyüklüğüne yakışır yerde görmek isteyenlerin, davası olanların gazetesidir.
Ben böyle bir gazetede yazıyorum. Koskoca bir
hizmet kervanının, iddiasız, düz neferlerinin dualarıyla yazıyorum. O isimsiz insanlık kahramanları gibi sadece Allah'ın rızasına talibim... Allah, niyetlerimizi bozmasın.