Türkiye'nin bir yıllık gündemi için, başka hiçbir şey olmasa, son iki günde olanlar, yeter de artar bile. Çünkü olanların hepsi, Türkiye'de bir ilk...
Başsavcı tutuklanıyor, iki
amiral 7 saat sorguya alınıyor, 3.
Ordu komutanı ifadeye çağırılıyor.
Hepsi görevde ve bu yerlerdeki insanlara ilk defa dokunuluyor. Yani "ne oluyor?" sorusunun kısa cevabı; daha önce hiç dokunulmayanlara, dokunulamayanlara dokunuluyor... Şimdi belli çevreler, kozmik elemanlar hop oturup hop kalkıyor.
Demokrasiyi, hükümeti, yasal düzeni yıkmak için Silahlı Kuvvetler bünyesinde
darbe planları yapanlar varsa, bunlara dokunulmasın mı? Savcıların ellerindeki delilleri ciddiye alan hâkimler, tutuklama ve yargılama kararı vermesinler mi? Cuntacılara, darbecilere 60 yıldır dokunulmuyor, yine dokunulmasın mı? Daha önce kimse dokunamamış ve altmış senedir her darbeden sonra, binlerce gencimizin, insanımızın katline
seyirci kalınmış, kalındıkça yanan ocaklar artmış, yine seyirci mi kalınsın?
20 yıl önce öldürülen
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç'in acılı eşi; "Sürekli '
İran' dedik, 'dinciler' dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden daha devletime hiç kızmadım ben. O yüzden hep İran demek işime geldi sanırım. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim..." diyor. Hâlâ, koskoca bir
toplum, gerçeklerle yüzleşmekten kaçalım mı?
Bu ülkenin gerçeği şu: Bu ülkede, astığı astık, kestiği kestik bir
vesayet rejimi, bir statüko var. Gözümüzle görüyor, elimizle tutuyor gibi orta yerdeler, her yerde her kurumda, medyada, yargıda, bürokraside, üniversitelerde, sözde
sivil toplum kuruluşlarında varlar. Apaçık, hukuk dışındalar. Bunu açıktan söylemiyorlar ama hep ima ediyorlar, "anlarsınız ya" diyorlar. Bazen ağızlarından kaçırıyorlar, kozmik adamları için; "Onları
genç iken devşirdik, yetiştirdik, kolladık, yükselttik, bizim adamlarımız olarak
emniyet müdürü, vali yaptık. Her partide, gazetelerde, televizyonlarda, her yerde var onlar..." diyorlar. "6-7 Eylül'ü de biz yaptık. Ne müthiş bir organizasyondu ama..." diyorlar.
Bir gün nedamet duymadılar. Bir gün bu ülkenin sevilen, seçilen başbakanını ve iki bakanını astıkları için ağızlarından bir pişmanlık duydunuz mu? Gençleri katlettiler, cinayetleri seyrettiler,
Diyarbakır Cezaevi'ni işkencehaneye çevirdiler, "keşke olmasaydı" diye bir laf söylediler mi?
Tam tersine direniyorlar. Meselenin özünü saptırıyorlar. Yüksek yargı devreye giriyor. Olağanüstü toplantılar düzenleniyor.
HSYK, müdahale ediyor, savcının görevini sonlandırıyor. Adaletin peşindeki cesur savcılar, cesur hâkimler, meslektaşları tarafından yıldırılmak isteniyor, tehdit ediliyor,
hedef gösteriliyor. Bu da şaşırtıcı değil, İtalya'da Gladio davasında da böyle oldu. En büyük engel, en büyük direnç
yüksek yargıdan geldi.
Medyadaki adamları hop oturup hop kalkıyor. "Hesaplaşma" ve "intikam operasyonları" manşetleri atılıyor.
Hâkim kararını perdeleyip gazetelerinde, "polis savcılığı bastı" başlıkları atılıyor, NTV'lerde, "başsavcıya abluka" alt yazıları geçiyor. Tahriklerin daniskası,
psikolojik harbin katmerlisi yapılıyor. 27
Mayıs darbesinin hazırlığı için de böyle yapmışlardı. "
Harp okulu öğrencileri kıyma makinelerinden geçiriliyor" diyenler yine bunlardı.
CHP lideri de hâlâ
Ergenekon durağında
iktidar bekliyor, derhal devreye giriyor, cuntacılar yerine başka yerleri hedef gösteriyor; "biz biliyoruz bu işleri, ayarlayanlar var" diyor.
Tekrar sorumuza dönelim: Türkiye'de ne oluyor? Normalleşme oluyor. Demokratikleşmenin önündeki engeller kaldırılıyor. Vesayet rejiminin yerine millet iradesi geliyor.
Sancısız olmaz bu dönem. Sıkıntısız olmaz. Şimdi samimi ve makul insanlara, cesaret ve bir o kadar da sekine lazım. Silahlı Kuvvetler'in komutanlarına da, yeni Türkiye'yi, demokratik bilinçlenmeyi kabullenme basireti lazım. Bırakınız, yargı işlesin. Yardımcı olunuz.
Asker, ülkeyi yönetmekte ısrar ettikçe bitmez bu gerilim...