İnegöl ve Dörtyol'daki olaylar gösteriyor ki,
referandumun yolu provokasyonlarla döşeli... Vesayetçiler
evet çıkmasından çok korkuyor.
Zira evet çıkması, statükonun belini kıracak.
Hayır çıkması, onlar için
darbe yapmaktan daha önemli.
Ergenekon'u,
Balyoz davalarını püskürtmek için 'hayır'a çok ihtiyaçları var...
Askerler bugüne kadar darbeleri,
vesayet rejimini
tahkim etmek için yaptılar. 28
Şubat süreci için söylenen "balans ayarı" tam da bunu anlatıyor.
Üç yıldan beri ise
sistem ayar tutmuyor.
Ergenekon davası,
Balyoz davası vesayeti kilitledi. Roller değişmeye başladı. Vesayetçi medya tesirini de, güvenilirliğini de kaybetti.
Üniversiteler, yarı resmî
sivil toplum kuruluşları kenara doğru savruluyor. "Darbeci baro"lar,
devrimci görünen vesayetçi sarı sendikalar,
Demokrat Parti mirasını devraldığını söyleyen vesayet payandası partiler iyot gibi açığa çıktılar.
Böylesi bugüne kadar hiç olmamıştı. Cuntacılar hiç böyle zora düşmemişlerdi. Darbe dostları, teşvikçileri hiç böyle çarnaçar kalmamıştı. Şaşkınlık ve çaresizlik, ardından telaş getirdi. Savrulan savrulana. En çok da
Genelkurmay Karargâhı hata yapıyor. Tek bir örnek yeter: Deniz
Albay Dursun Çiçek imzalı
belgeye "kâğıt parçası" diyen Genelkurmay Başkanı'nın ardından, Genelkurmay
Askerî Savcılığı; "Belge gerçek,
ıslak imza Albay Dursun Çiçek'e ait. Albay Çiçek, bütün bunları
amiral olamadığı için yaptı." dedi... Bu tezat, bir Genelkurmay Başkanı'nın elli defa istifasını gerektirir. Ama burası
Türkiye...
Onun için referandumun ne olduğunu herkesin görmesi lazım. Sadece, bir anayasa değişikliği paketi oylamıyoruz. Darbelerin hazırladığı bir anayasanın ilk defa ruhuna
itiraz ediyoruz. Evet demekle,
darbelere hayır diyoruz...
Türkiye'yi siviller mi, yoksa askerler mi yönetsin, onu oyluyoruz. 12
Eylül günü,
darbecileri, cuntacıları caydırmak için evet diyeceğiz... Evet demekle, bu ülkede artık herkesin
hesap vermesinin yolunu açacağız.
Evet demekle, Uğur Mumcu'nun, Abdi İpekçi'nin, Savcı Doğan Öz'ün, Gün Sazak'ın, Hrant Dink'in katillerinin bulunmasını, Güneydoğu'da 17 bin
faili meçhul cinayetin çözülmesini isteyeceğiz...
Türkiye,
demokratikleşme yolunda, 80 yıldır ilk defa böylesine hayatî bir fırsat yakaladı. Vesayet rejimini sürdürmek isteyenler için referandum, nasıl hayat memat meselesi ise bu ülkede eşit vatandaşlık, fikir ve ifade hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü isteyenler için de konu hayat memat meselesidir.
Kendi vicdanlarımızda evet kararı vermek, yetmiyor. Hayırcıların kafa karıştırıcılığını da önlemek lazım.
Hayır demeye kilitlenmiş, meseleyi "
AK Parti gitsin de ne olursa olsun"a indirgeyenlerle tartışmaya girmek tabii ki doğru değil. Neticede
demokrasi anlayışımız gereği, evet demek kadar hayır demenin de bir hak olduğunu söylemeliyiz. Ancak, evet demenin bu ülkede demokratikleşmeye
hizmet edeceğini düşünüyorsak, ikna çabasından da uzak durmamalıyız. Referandumun, parti meselesi,
iktidar meselesi olmadığını, AK Parti'ye kızan varsa, bunun gereğini seçimlerde yapabileceğini anlatmalıyız.
Şahsen ben, referandumda evet demenin, demokratlara nefes aldıracağı inancındayım. Evet sonucunun, demokrasiye müdahale etmeyi hâlâ düşünenlerin ise cesaretlerini kıracağına, yeni hamleleri için moral zeminleri kaybedeceğine inanıyorum.
Referandumun, demokrasi tarihimizdeki en hayati dönemeçlerden biri olduğuna inanıyorsak, en az hayır diyenler kadar ikna çabaları göstermeliyiz... Referandumdaki oylamayı küçümseyen ya da ne olduğunu tam anlamayan, ilgisiz kalan ama makul düşünen vatandaşlarımız var.
12 Eylül'de ne oylanıyor, bu oylamanın getireceği sonuçlar nelerdir konularında bence ne kadar anlatsak azdır. 12 Eylül bir tümsektir. Bu tümsek aşılmalıdır. Demokrasiye ters bir rüzgâr esmemesi için, 'evet'in önemine inananlar bence boş durmamalı. Referandum yoluna döşenen provokasyonları da böyle bir kararlılıkla aşabiliriz.