Öcalan isminden hareketle kastettiğim;
teröre açık şekilde karşı çıkmayan,
Barış ve Demokrasi Partisi, Doğu ve Güney
doğu'daki
sivil toplum kuruluşları, dağdakiler, Avrupa'dakiler...
Bütün Türkleri ve vicdanlı bütün
Kürtleri üzen, yüreklerini yakan son terör saldırılarından sonra şu soruyu sormak mecburiyetindeyiz: Öcalan'ın şahsında sizler, Kürt Sorunu'nun çözümünü gerçekten, samimiyetle istiyor musunuz?
Soru neden elzem? Çünkü terör, Türkiye'nin dört bir köşesine, bayrağa sarılı şehit tabutlarını serpiştiren bu kanlı terör, sorunun çözümü önündeki en büyük engeldir. Annelerin
gözyaşı dinmeden, önce sağlıklı bir düşünme, konuşma,
diyalog ve güven ortamı doğmadan, kimse Kürt Sorunu'nu çözemez.
Çünkü Kürt Sorunu, artık sadece
Kürtlerin sorunu değildir. Türkiye'nin, hepimizin, hem de en büyük sorunumuzdur. Artık bu ülkede, yıllardır Kürtlere yapılan mezalimi, insanlık dışı muamelelerin haksızlığını yüreğinde hisseden Türkler var. Artık, Kürtlerin acılarını paylaşan,
Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkencelerden dolayı en az Kürtler kadar acı duyan, yeter artık, diyen ve sayıları Kürtlerden de fazla olan vicdanlı, insaflı Türkler var. "Sizin derdiniz, insan olarak da, bu ülkenin vatandaşı olarak da bizim de derdimiz" diyen Türkler var. Daha önce de yazdım, Kürt Sorunu'nun çözüm teminatı da budur: Kürt Sorunu'nu, Türklerin vicdanı çözecektir. Bu vicdan, bize önce insan olduğumuzu, yıllardır bir arada yaşadığımızı, yine birlikte yaşamak istediğimizi söylüyor.
Ancak, sağlıklı bir güven ve diyalog ortamına ihtiyacımız var. Kanlı terör, işte bu ortamı dinamitliyor. İletişim kanallarına
beton döküyor. BDP sözcüleri, "iyi de, asker de operasyonları durdursun" diyorlar. Bu yaklaşım, bunda ısrarlı olmak, sadece kafa tutmak ve inatlaşmak demektir. Yüreği
yanık şehit annelerinin feryatları devam ederken, hiçbir hükümet, hiçbir asker, operasyonları durdurma kararı alamaz. Çünkü hiçbir devlet, terör örgütüne teslim olmaz, olamaz.
Türklerin vicdanının devreye girebilmesi için şiddetin sona erdirilmesi ilk ve en önemli şarttır. Molotofkokteylleri ile otobüslerde masum insanları yakanlar olduğu sürece,
şehit cenazeleri cami avlularında sıra sıra dizildikçe, vicdanlar harekete geçemeyecektir. Her türlü şiddet ve şiddet içeren yöntemler, kesin bir dille reddedilmeden, Kürt Sorunu'nun çözümü asla mümkün olmayacaktır.
Geçen
Ramazan bir
iftar vesilesiyle gittiğim Diyarbakır'da, önde gelen yerel yöneticilerle, partililerle görüştüm. Ortak bir sözü ısrarla söylediler. "Kürt ve Türk halkları arasında bir sorun yok" dediler. "
Ergenekon davası, devlet içindeki derin yapıların
hesap vermesi, bizim için de çok önemli" dediler. Şimdi insafla düşünsünler, iki halkın arasına, bu şehit cenazelerinden daha büyük
ayrılık eken başka ne var?
Kaybettikleri yazarlar, aydınlar,
darbe öncesinde katledilen binlerce üniversite öğrencisi itibarıyla solcusu, ülkücüsü ile Türklerin canı yanmadı mı? Binlerce
faili meçhul cinayetle, işkencelerle Kürtlerin canı yanmadı mı? Her iki tarafın da canını yakan, aynı kirli ve kanlı yapı değil mi? O zaman
PKK, vatani görevini yapmak için sınır boylarına gelmiş, gariban Türklerin ve gariban Kürtlerin evlatlarından ne istiyor?
Kürt sorununu, ciğerlerimizi yakarak mı çözeceksiniz?
Bu yol, çıkmaz yoldur. Eğer sözünü ettiğim kesim, çözüm için samimi ise,
ilk adım, PKK'nın terör olaylarına son vermesidir. Devam eden
Ergenekon davası da gösterdi ki, bu ülkede sorunların hepsinin kaynağı, demokratikleşmeyi engelleyen
vesayet sistemidir. Terör, sadece vesayetçilerin işine yarıyor. Olağanüstü hali, ara rejimi hemen devreye girerek onlar seslendiriyor. Terör sadece, geçmiş darbelerin öncesinde olduğu gibi, cuntacılara arzu ettiği zeminleri hazırlıyor. Kürt Sorunu'nun yegâne çözüm yolu; vesayet rejiminin sona ermesi, yani Türkiye'nin demokratikleşmesidir...