Nasıl oluyor da
AK Parti'nin,
iktidarının üçüncü dönemine girerken, tek başına ve yüzde 50 civarında bir oy oranıyla bir
seçim daha kazanacağı konuşuluyor?
Hatta
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bile, geçen ay katıldığı bir televizyon programında, yüzde 50'nin altında bir oy oranının
Başbakan için başarısızlık olduğunu söylemiş ve eklemişti: "Başbakan; 'yüzde 50'nin altına inersem,
istifa ederim' diye söylesin bakalım..."
Türkiye'nin siyasi tarihi, merkez sağ partilerin kuruldukları ilk yıl elde ettikleri seçim başarısını tekrarlayamadıklarını gösteriyor. Adalet Partisi,
Doğru Yol Partisi,
Anavatan Partisi bu gerçeğin örnekleri... Hatırlatmak istediğimiz, iktidarın, yıpratıcılığıdır. Pekiyi AK Parti, niye yıpranmıyor? Niye
seçmenlerin yarısı, "AK Parti bir daha iktidar olmalıdır" diye bir kararlılık sergiliyor?
Birincisi, 12
Eylül 2010'daki referandumdaki yüzde 58'lik "
evet"i, iyi okumak gerekiyor. Bu evet, bir
demokratikleşme iradesiydi. Medyanın önemli bir bölümü,
Ergenekon davasını sulandırmaya ve bulandırmaya, hafife almaya, unutturmaya, saptırmaya çalışsa da, bu dava Türkiye'de büyük bir demokratikleşme şuuru uyandırdı. Üniversitelerde başörtü serbestisi getiren değişikliğin
Anayasa Mahkemesi tarafından iptali, AK Parti hakkında ikinci bir
kapatma davasının açılması hazırlıkları, toplumda infial meydana getirdi. Vesayete karşı demokratikleşme talebi ve kararlılığı, referandumdaki evetle cesaret kazandı. O yüzde 58'lik kesim, o "evet"in anlamını ve değerini çok iyi biliyor. Keza, 29
Ekim resepsiyonuna katılmayan ve orduevinde alternatif resepsiyon düzenleyen,
Balyoz davası tutuklamalarını anlamadığını söyleyip yargı sürecine müdahale eden
Genelkurmay Karargâhı'nın tutumu,
sivil-asker ilişkilerinde alınması gereken yolun varlığını da hatırlatmış oldu.
İkincisi, referandumda evet diyen o yüzde 58, Ergenekon davasının akıbetinden hâlâ endişe etmektedir. Bu davanın arkasında bir siyasi irade olmadan,
adaletin gerçekleşmeyeceği kanaati yaygındır. CHP ve MHP, o irade olamaz. Tam tersine bu iki parti Ergenekon sanıklarının avukatlığına soyunmakta, bazılarını yargıdan kaçırmak için
milletvekili adayı yapmaktadır.
Üçüncüsü, Türkiye AK Parti döneminde, muhalifler inkâr etse de, bilhassa ekonomi,
ulaşım, sağlık ve eğitim alanlarında ciddi bir hamle dönemi yaşıyor. Anadolu'yu bir ağ gibi ören duble yolların varlığını, hastanelerde hayret ve şaşkınlık uyandıran iyileşmeleri görmemek için gerçekten insafsız olmak gerekir. Bugün istikrarla büyüyen bir Türkiye var. 2010 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 8,9 oranında büyüdü. Devletin borçlanma faizi AK Parti iktidara geldiği dönemde yaklaşık yüzde 63 iken, bugün yüzde 7 civarında. O dönemde yüzde 30 oranındaki enflasyon oranı 3,99-4'e düştü. IMF'den 30 milyar dolar borç alan
koalisyon hükümeti, 23,5 milyar dolar borç devretti. Şimdi o borç 5,2 milyar dolar.
Merkez Bankası'nın döviz rezervi 2002 sonu itibarıyla 27 milyar dolardı. Şu anda 92 milyar dolar... Kimileri görmezden gelse de, seçmenin yarısı, bu
kalkınma ve istikrarın devamını önemsiyor
Dördüncüsü, Türkiye dış politikada etkinliği giderek artan, yıldızı parlayan bir
ülke oldu. 60'tan fazla ülke, vatandaşlarımıza vizeyi kaldırdı.
İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği'ne bir Türk seçildi. Türkiye BM
Güvenlik Konseyi geçici üyesi oldu. Bunun yanında,
Avrupa Birliği üyeliğini önemseyen geniş kitle, karşılıklı yalpalamalara rağmen, sürecin devamını istiyor.
Değişimin, istikrarın, demokratikleşmenin, büyümenin devamı için, koalisyon dönemlerinin belirsizliğinden ürken seçmen kitlesi evet, "bir defa daha AK Parti" diyor... Darbe dönemlerinin anayasasından kurtularak, demokratikleşmeyi
tahkim edecek yeni bir anayasa için "bir defa daha AK Parti" diyor... Bu kitle, meseleyi parti meselesi,
sandık meselesi olarak değil, Türkiye'nin geleceği meselesi olarak görüyor...