KCK soruşturması kapsamındaki
gözaltı ve tutuklamalar,
Kürt meselesinin çözümünü samimiyetle savunanları bir yol ayrımına getirdi. Şüphesiz, gözaltı ve tutuklamalarda adaletin hassas terazisi devrede olmalıdır. Ciddi ve somut kanıt olmadan yapılan tutuklamalar, insan haklarına aykırı olduğu gibi davanın özüne de zarar verir. Fakat belli isimler söz konusu olunca, yargının yanlış yaptığını ilan etmek,
terörle mücadeleyi zaafa uğratmaz mı?
Görülüyor ki, KCK davası, Kürt meselesinde, bugüne kadar birbirine
destek veren muhafazakâr demokrat ve liberal demokrat aydınları bir yol ayrımına getirdi.
İlk
ayrılık, bazı liberal arkadaşların, sadece KCK tutuklamalarını eleştirmeleri,
PKK terörünün artan şiddetini görmezden gelmeleri ile başladı. Tıpkı BDP milletvekillerinin sadece teröristlerin evine taziyeye gitmesi gibi rahatsız eden bir görüntü var. İnsaflı olan arkadaşlara tabii ki lafımız yok. Onlar, masum insanların katledilmesiyle Kürt davasının savunulamayacağını açıkça söylüyorlar. Ama hiç bu tarafa bakmayıp sadece hükümeti, yargıyı
hedefe koymanın artık sorgulanması gerekiyor.
İkincisi, liberal demokrat bazı aydınlar, KCK'nın bir siyasi yapı olduğunu savunuyorlar. Sadece
siyaset yapan KCK'lıların tutuklanmasına, fikir ve ifade hürriyeti açısından karşı çıkıyorlar. Fakat inandırıcı değiller. Çünkü karşımızda şiddeti ve ırkçılığı savunan bir yapı var. Bunu, iddianameye dayanarak değil,
Cengiz Çandar'ın geçtiğimiz haziran sonu yayınlanan
TESEV raporundaki ifadelerinden alarak söylüyorum:
"Türk medyası, yaygın biçimde, KCK'den, "PKK'nin şehir örgütlenmesi" olarak söz etmiş ve etmeye devam ediyor olsa da, KCK'nin tanımı bu değildir. KCK'nin
açılımı "Koma Cimaken
Kürdistan"dır ve "Kürdistan Topluluklar Birliği" anlamına gelmektedir. KCK, Abdullah
Öcalan'ın, Demokratik Konfederalizm ilkesi çerçevesinde, örgütün yeniden örgütlendirilmesiyle kurulmuştur. Öcalan tarafından geliştirilen Demokratik Konfederalizm konsepti, bir yandan ulus-devlete bir alternatif, diğer yandan da Orta
doğu'da sorunların çözümü için bir
model olarak önerilmiştir. Bu çerçevede, KCK, PKK'nin ve onun uzantısı olarak diğer Kürt bölgelerinde (
Irak,
Suriye,
İran) faaliyet gösteren tüm parti ve organizasyonların koordine edildiği bir yürütme organı niteliğindedir. KCK fikri,
Kongre Gel'in (Halk Kongresi) 2007 Mayıs'ında Kandil'de yaptığı 5. Kongre'de ortaya çıkmıştır. Bu kongreye,
Türkiye, İran, Suriye, Irak ile yurtdışındaki Kürtleri temsil eden toplam 213 kişi katılmıştır. Abdullah Öcalan'ın statüsü, "KCK Başkanı" olarak belirlenmiştir. Bir Başkan ve 30 üyeden oluşacak bir "Yürütme Konseyi" kurulmasına ve bu konseyin görev süresinin iki yıl olmasına karar verilmiştir. Şu an, KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı'nı Murat
Karayılan yürütmektedir."
Şimdi temsilen Sayın Hasan Cemal'e soralım; KCK ne? PKK ne? İkisinin de başında "önder Öcalan" var. Dağdaki PKK'lıların lideri de, KCK Yürütme Konseyi Başkanı da
Murat Karayılan... PKK, Çukurca'ya saldırır, 24 askerimiz şehit edilirken, Murat Karayılan, KCK'nın başı olarak hangi fikir ve ifade hürriyetinin savunucusudur?
Ortada artık, Kürt
halkının özgürlüğünü savunmaktan çoktan çıkmış, kadınları
intihar bombacısı yapıp çoluk çocuk katleden, eli kanlı caniler topluluğu var. Karşımızda, Doğu ve Güneydoğu'da 24 vilayetimizde, sözde parlamentolarla, fakat aslında parti komiserlerince
kontrol edecekleri ve kendi keyiflerince yönetecekleri, adı "özerk Kürdistan" özü dikta, bir rejim hayaline saplanmış adamlar var. Dertleri Kürt vatandaşlarımızın geleceği ise neden Kürtleri öldürüyorlar? Terör ve şiddeti, korkutmak, sindirmek için kullanan ve Türkiye'nin güçlenmesinden rahatsız olanlardan destek alan bu yapıya müsamaha göstermek anlaşılacak bir şey değildir.
Fikir ve ifade hürriyetine
evet. Ama ırkçılığı esas alan ve sadece şiddetten medet uman, masum insanları hedef alan teröre hayır. KCK davasına insafla bir daha bakılmalıdır.