DOĞRU YERDE BULUNMAK MESELESİ...

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un sert üslûbu, darbe dönemlerinin Genelkurmay başkanlarında bile yoktu.


Sinirlenmek, asabileşmek herkeste görülen bir haldir. Özellikle haksızlık karşısında insan tutamaz kendini. Fakat irade, en büyük yardımcıdır. Öfkenizi yutar, içinizdeki yanardağı bastırır, size yakışan esaslı bir duruş sergilersiniz. Bu bir mertebedir. Öfke baldan tatlıdır, gerçek komutan, öfkesini yenebilendir. Sayın Başbuğ, neden bu kadar öfkeli? Aktütün baskınıyla ilgili olarak Taraf'ın hedef gösterilmesi doğru değil. Çünkü ortada hâlâ cevabı verilemeyen üç önemli soru var. Geçen hafta yazdım, yeniden hatırlatayım. 1. PKK'nın en çok saldırdığı karakollarımız, neden yıllardır derme çatma barakalar halindedir? Bu karakollar evlatlarımızı koruyamaz. Kimisine 50, kimisine 85, kimisine 150 defa baskın yapılmış. Yüzlerce şehit vermişiz. Kim bunun sorumlusu? Neden bu karakollar, betondan ve teknolojinin yeni imkânlarıyla, yeni mühendislik anlayışları ile muhkem hale getirilmemiş? Bakınız bu eleştiri haklı bulundu ki, Sayın Başbakan 167 karakolun, 2009 yılına kadar, istenilen şekilde inşa edileceğini açıkladı. Demek eleştiri, Silahlı Kuvvetler'i yıpratmak için değil, doğru olanın yapılması, şehitlerimizin sayısının azaltılması ve böylece askerimizin de yıpranmasını önlemek içinmiş. 2. Ortada bir istihbarat zaafı var. Ya da istihbarat var da, bunun değerlendirilmesinde ciddi bir zafiyet var. Sayın Başbuğ, açıklamalarında bu eleştirinin cevabını maalesef vermedi. Sadece Aktütün olayının bütün boyutlarının inceleneceğini, sonuçlarından kamuoyuna bilgi verileceğini belirtti. Tamam, işte istenen de zaten budur. Sayın Başbuğ, kızmak ve tehditkâr bir üslup kullanmak yerine, neden sadece bunu vurgulamadı? Bence düşülen hata şudur: Komutanlar, daha ortaokul sıralarından itibaren "dost kuvvetler-düşman kuvvetler" paradigması ile eğitiliyor. Yani iki renk biliyorlar: Siyah-beyaz... Bizim ülkemizde demokrasinin ilerlemesini köstekleyen de bu bakış açısıdır. Çünkü askerler, kendilerini memleketin yegâne sahibi kabul ediyor, kendilerinden başka kimseye güvenmiyor, siyaset dâhil her işe el atıyor, yargıdan üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarından medyaya, daha öte cumhurbaşkanı seçimlerinde, birinci derecede rol almaları gereğine inanıyorlar. Böyle olunca dost kuvvetler kategorisine; sadece kendileri ve kendilerinin dediklerini yerine getiren ve üzerlerinde üniforma olduğuna inanan siviller giriyor. Geriye kalan herkes, karşı safta görülüyor. "Açın, okuyun, öğrenin.. doğru yerde bulunun..." komutlarının öyle bir çırpıda söylenmesinin şuuraltı müktesebatında böyle bir kabulleniş var. Onun için, televizyon kameralarının karşısında, tabur önünde verilen komutlar gibi gayet normalmiş gibi medyaya, sivillere de komut verilebiliyor... Hâlbuki demokrasinin olduğu yerde kimse kimseye "doğru dur, doğru konuş, otur oturduğun yerde" gibi komutlar veremez. Bu anlaşılır, tasvip edilebilir bir şey değildir. Zira demokrasilerde tek bir doğru yoktur. Sadece totaliter rejimlerde tek bir doğru olur. Demokrasilerde doğrular vardı. Diyalog ve uzlaşma kültürü ile bu doğruların herkes için yararlı olanı, ülke için faydalı olanı üzerinde mutabakata varılır, ortak bir alan ihdas edilir. Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik, fikir ve ifade hürriyeti, özgürlüklerin kısıtlanmaması ilkeleri, herkes için geçerli kılınır. Demokrasilerde dayatma, buyurganlık değil, ikna ve paylaşma vardır. 3. Terörle mücadelenin Silahlı Kuvvetler'e havale edilmesi yanlıştır. PKK terörü bu ülkede Kürt meselesi ile doğrudan ilgilidir. Kürt meselesi çözülmeden terörü kimse bitiremez. Dağa çıkışın önünü kimse alamaz. Asker ve siyasilerdeki yüksek tansiyonun anlattığı tek gerçek, bu meselenin çözümünün acilen bulunmasıdır. Birbirimizle uğraşacağımız yerde, ortak aklı, teenni ve sağduyu ile devreye sokmalı değil miyiz?
<< Önceki Haber DOĞRU YERDE BULUNMAK MESELESİ... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER