Bazen her gün yazmak istiyorum. O kadar çok konu var ki. İşte son hafta: Başbakan'ın o kucaklayıcı,
demokratikleşme adına ufuk açıcı konuşması, Cumhurbaşkanı'mızın devlet,
demokrasi, cumhuriyet manifestosu...
Askerî
Yargıtay 3. Dairesi'nin, tam da konu CHP'nin itirazı üzerine
Anayasa Mahkemesi'nde iken, asker ve
sivillerin yargılandığı bir davada, sivil mahkemeyi adres gösterip uluslararası hukuku referans alması...
Bingöl eski milletvekili
Hüsamettin Korkutata'nın;
Genelkurmay'a sorulan JİTEM'e 1995'te ulaştıklarını ama hazırladıkları raporun
Meclis içinde engellendiğini açıklaması... O dönemde, Cumhurbaşkanı Demirel'in sessizliğini,
Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un, kendilerini çağırarak, "Beni komutanlar arıyor, bu konunun üzerine daha fazla gidilmesin." dediğini ortaya koyması... Zaman'da bugün yer alan iki haberi... Emekli bir yüzbaşının JİTEM'in varlığına dair müthiş ifşaatı ve cami minareleri arasına,
açılım sürecini dinamitlemek üzere asılan provokatif mahyaları, hangisini, hangi birini yazayım?
Ceylan'ı yazacağım. Çünkü vicdanımı en çok onun
ölümü kanattı. Evinin önünde hayvanlarını otlatırken 13-14 yaşında iri
siyah gözlü Ceylan'ın masum bakışlarında bize; "Yetmedi mi? Sizler bırakınız
Kürt-Türk olmayı, inanıp inanmamayı, sizler insan değil misiniz? Sizlerin ben yaşta öpüp kokladığınız, saçlarını tarayıp gözlerinin içine sevgiyle baktığınız yavrularınız, torunlarınız, yeğenleriniz, ciğerpareleriniz yok mu? Siz ağlamayı, sarsılmayı bilmez misiniz? Gözyaşlarınız kurudu mu? Nasıl bu kadar canavarlaşabilirsiniz? Bu kadar hissiz, bu kadar vurdumduymaz, bu kadar katı, hem de
mermer gibi sertsiniz." diyen bakışları altında ezildiğim için onun ölümünü yazacağım.
Ceylan Önkol, 27 Eylül'de
Diyarbakır Lice ilçesi, Şenlik köyü, 50 haneli Paşaciya mezrasında, evinin 200 metre yakınında
koyunlarını otlatıyordu. Sonra korkunç bir
patlama oldu. Ceylan'ın vücudu paramparça, lime lime etrafa dağıldı,
ağaç dallarına takıldı. Dört koyunu da onun gibiydiler. Ailesi olaydan hemen sonra resmî makamların tümünü haberdar etti.
Savcı ve
jandarma "güvenli olmadığı" gerekçesiyle olay yerine gitmedi. Ceylan'ın artık bir araya getirilemeyecek çocuk bedeni 6 saat olay yerinde bekletildi. Sonra köyün imamı olay yerine
kamerayla geldi, savcı da incelemesini kamera görüntüleri üzerinden yaptı. Köylüler, yakındaki Tapantepe Taburu'ndan havan ateşi açıldığını iddia ettiler. Genelkurmay İletişim Daire Başkanı
Tuğgeneral Metin Gürak, "Olay sırasında bölgede havan atışının yapılmadığı tespit edilmiştir." diye konuştu. Otopsi raporunda, minik Ceylan'ın vücudunda çok sayıda şarapnel parçası olduğu belirtildi...
Türkiye, nasıl bir
ülke oldu? Bu ülked
e devlet, hükümet, yetkililer, bedeni parçalanan bir çocuğumuzun ölümünü nasıl aydınlatamıyor? Basında, kamuoyunda, sivil
toplum kuruluşlarında, partilerinin vicdanı olan insanlarda, Baykal'da, Bahçeli'de, barolarda, şunlarda, bunlarda bu sessizlik, bu görmezden gelme, bu suskunluk nedir?
Ölüm sebebi havan değilse,
mayın mıdır? Mayın ise mayını kim döşedi? Eskiden mi döşenmiş, yeni mi? Açılımla ilgili başka bir provokasyonla mı karşı karşıyayız? Niye böyle olaylarda Silahlı Kuvvetler zan altında kalıyor/bırakılıyor? Niye hızlı hareket edilip olayın gerçek yüzü ortaya çıkarılmıyor? Kamuoyu, bu soruların cevabını bekliyor.
Ceylan'ım... Ah Ceylan'ım... Kur'an okuyarak çıkmıştın evinden. "
Anne,
makarna pişir de dönünce yiyeyim." demiştin. Ertesi gün okula gidecektin. Koyunlarını kattın önüne. Az gitmiştin ki, o patlama oldu. Saçıldın yerlere, dallara. Sonra ağabeyin Rıfat geldi biliyor musun? "Ceylan!.. Ceylan!.." diye haykırdı; dağlarda, bayırlarda yankı yaptı sesi. Anan Saliha seni o halde görmesin diye üzerine ceketini örttü. Anan dinlemedi. "Ben anayım" dedi; baktı, baktı... Bütün mezra feryadı figanla doldu.
Ah Ceylan'ım... Ah Ceylan'ım... İnsanlığımızdan utandırdın bizi...