CHP Genel Başkan Yardımcısı
Onur Öymen, ağzından kaçan bir
Dersim kelimesiyle, hiç istemeden
demokratikleşmeye büyük
destek verdi.
Yüzlerce kitabın, binlerce makalenin, tek parti zihniyetini anlatmada yapamadığı etkiyi, bir kısa konuşmayla yaptı. Şaka olarak söylemiyorum, kendisine demokratikleşme adına çok ama çok müteşekkiriz...
Sayın Öymen bir şey daha yaptı.
Tunceli sokaklarına yapıştırılan afişlerde, yüzüne
Hitler bıyığı kondurulunca çok kızdı ve "
Atatürk de mi faşistti?" dedi. Bu çıkış, haliyle Atatürk dönemini de yeniden tartışmaya açtı.
Taraf Gazetesi'nde Neşe Düzel, bu tartışmaya, tarihçi Prof. Dr.
Cemil Koçak ve gazeteci yazar
Taha Akyol ile yaptığı ve üçer gün yayınlanan röportajlarıyla ufuk açıcı bir katkı sağladı. Taha Akyol'un "Ama Hangi Atatürk" ve Cemil Koçak'ın "Geçmişiniz İtina ile Temizlenir" kitaplarını okuyucularıma
tavsiye ederim.
Bu röportajları okuyunca, okullarda yıllardır, ezbere yaşayan nesiller yetiştirilmek istendiğini acı bir şekilde görüyorsunuz. Dogmaların ve tabuların, beyinlere
beton gibi döküldüğünü bir daha anlıyorsunuz.
Ezberlerin bozulması, gerçeklerin kabullenilmesi kolay değildir. Onun için "laik kesim" diye adlandırılan geniş kitle,
Ergenekon davasındaki iddiaları kabul etmek istemiyor. "
Danıştay saldırısını,
Cumhuriyet Gazetesi'ne
bomba atılmasını, nasıl olur da karşımıza
sanık olarak çıkarılan o mümtaz insanlar yapabilir?" diye hop oturup hop kalkıyorlar.
Alevi vatandaşlarımızı düşünün. Rejimin en sağlam unsurları diye sırtları devamlı sıvanmış, yere göğe konulmamışlar. Ama devlet içindeki çeteler, onların liderlerine suikastlar yapmak için planlar hazırlamış. Hele Dersim'le ilgili gerçekler. Bu yaşta bizler bile katliamın insanlık dışı, barbarlık boyutlarını bilmiyorduk.
Tarihçi Cemil Koçak, Atatürk dönemiyle ilgili en büyük ezberlerden birini bozuyor. Şöyle diyor: "Atatürk 'ordu politikaya karışmasın' diye bir şey hiç söylemedi. Bu, tamamen uydurmadır. Atatürk bunu söyleyemez, çünkü bunu diyebilmesi için kendisinin de üniformasını çıkarması gerekiyor. O dönemde ise üniformayı kimse çıkaramazdı. Çünkü bütün
iktidar mücadelesi, ordu içinde ve ordu aracılığıyla yapılıyordu. Hepsi de
muvazzaf askerdi onların. İsterlerse karargâhlarında oturuyorlar, isterlerse Meclis'e geliyorlar. Hiçbiri eski asker değil bunların. Mesela
Mustafa Kemal... Hem
cumhurbaşkanı, hem muvazzaf askerdi. Maaşını,
Genelkurmay'dan, yani
Milli Savunma Bakanlığı'ndan alıyordu. Diğerleri de öyle. Hiçbiri
emekli asker değildi. Bakın... Bu, hiç konuşulmayan bir şey... Atatürk, askerlikten 1927 yılında emekli oldu. 1927'de İsmet Paşa'yla birlikte kendi istekleriyle üniformalarını çıkardılar. "
Emeklilik maaşımızı istiyoruz" diye Savunma Bakanlığı'na dilekçe verdiler ve askeriyeyle ilişkileri o andan itibaren kesildi.
Şu bir gerçek ki... 1945'e kadarki Atatürk ve
İnönü dönemlerinde rejim esas itibarıyla orduya dayandı. Atatürk ve İnönü, cumhurbaşkanı olarak ordu komutanlarını bizzat atadılar. Ve bu komutanlar yıllarca hiç değişmediler."
Fevzi Çakmak, tam 23 yıl Genelkurmay başkanı olarak kalıyor. Bunun anlattığı nedir? Bugüne kadar kaçımız bunu biliyorduk? Geçmişte yaşadığımız darbeleri, askerî müdahaleleri, 28 Şubatları, e-muhtıraları, bugünün andıçlarını, lahikalarını, çuvallar dolusu belgeleri anlayabilme adına, 1946'ya kadar olan dönemi gerçekleriyle bilmek gerekiyor.
Cuntacı zihniyet, insana değer vermiyor. Kendilerinden başka güvenilecek insan da yok. Devleti koruma ve yüceltme adına bir paranoya var. İnsanın değeri olmayınca, kendi vatandaşına her türlü zulmü, işkenceyi yapmak da meşru oluyor.
Sıkıntı şurada: Yaşadığımız çağda insan öne çıkıyor. İnsan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve herkesin
hesap verebilmesi öne çıkıyor.
Kimseye hesap vermek zorunda olmadığına inanmış, zaman tünelinde kalmış bir
azınlık, bu büyük insanî dalgaya direniyor.
Orduya dayanan bir rejimi ayakta tutmaya çalışıyorlar.
Hiç ama hiç şansları yok...