6
Ekim 1996'da, dönemin başbakanı Sayın Necmettin
Erbakan ile birlikte, Libya'daki o meşhur çadır olayının şahitlerden biri de bendim.
Önce bir binanın geniş salonuna alındık.
Kaddafi, bir koltukta oturuyordu ve etrafında 4-5 kadın koruma duruyordu. Korumaların hepsi
siyah tenli ve ızbandut gibiydiler. Ellerinde makineli tüfekler, üstlerinde mermi dolu fişeklikler vardı. Bir devlet başkanı, resmî bir yemek öncesi silahlı kadın korumalarla
Türkiye'nin başbakanını kabul ediyordu. İnanılacak gibi değildi. "Bu adam normal olamaz, biz nereye geldik böyle" diye düşünmüştüm. Bugün Türkiye'nin başı, Kaddafi ile daha büyük bir dertte. Asıl konuya dönelim.
Ortadoğu ve
Kuzey Afrika ülkelerindeki peş peşe ayaklanmalar ve artan
demokrasi talepleri için can alıcı soru şudur: Bu gelişmeler kendiliğinden midir, yoksa arkasında ABD mi var?
ABD, halen dünyanın tek süper gücüdür.
İslam coğrafyasında petrol dâhil büyük menfaatleri, dolayısıyla hesapları vardır.
İsrail'in varlığı, ABD dış politikasının teminatı altındadır. Ayrıca 11 Eylül'den sonra başı, küresel
terörle derttedir. Bu tehdidin büyük kısmı İslam coğrafyasından neşet etmektedir. Bütün bunları dikkate aldığımızda, ABD'nin işin içinde olmadığını söylemek, benim anlayabileceğim bir şey değildir. Batı en az iki asırdır, İslam coğrafyasını bizden daha iyi biliyor, nabzını bizden daha iyi tutuyor. Adım gibi eminim ki,
Washington, Mısır'ı, Mısırlılardan daha iyi biliyor.
Benim anladığım şudur: Bush'un Büyük Ortadoğu Projesi (BOP'u) güce, kuvvete, gözü dönmüşlüğe dayanıyordu. Bunu Irak'ta gördük ve ABD, boyunun ölçüsünü aldı. Şimdi Obama'nın BOP'u devrededir.
Obama yönetimi,
Amerikan çıkarları açısından bölgeye neşter vuruyor. Zaten, bu coğrafyada, halkın diktatörlere karşı tepkileri yakından takip ediliyordu. İnsanların sokağa dökülmesi hiç de zor değil. Ortada bir organizasyon olduğu besbelli ama organizatörler görünmüyor. Bu, ancak profesyonel eller tarafından başarılabilir.
ABD, bölgeye demokrasinin gelmesini neden istesin? Bunun bendeki cevabı üç şıklıdır: Birincisi, halkların, demokrasi taleplerini engellemek artık mümkün değildir. Dünya
küçük bir köy gibi oldu. İnsanlar, ülkeler, yönetimler ve toplumlar birbirinden etkileniyor. Özgürlüklerin genişletilmesi, fikir, ifade, din ve vicdan hürriyeti taleplerini kimse durduramaz. İkincisi, dünya barışı için en büyük tehdit, İsrail-
Filistin meselesidir. ABD bu sorunu çözmeden ne kendi rahat edebilir ne de dünya huzur bulur. Ama İsrail, başına buyruk hareket ediyor, ABD'deki neoconlardan,
Yahudi lobisinden cesaret alıyor ve ABD yönetimlerini peşine takıyor. ABD, kendi milli politikalarına rağmen, bu yükü daha fazla taşıyamaz. İsrail'i barışa zorlamaya mecburdur. Bugün İsrail'i barışa zorlayacak tek strateji, Ortadoğu ve
Kuzey Afrika'nın demokratikleşmesi ve bu rüzgârın İsrail'i sıkıştırmasıdır. Üçüncüsü, terör tehdidini azaltmak için bölgedeki radikal İslamî grup, cemaat ve güçlerin, demokratik
sistem içinde, yeni sürece entegre olmalarının sağlanmasıdır.
Benim tezim şöyle: ABD, birkaç yıldır, bugün ayaklanmaların yaşandığı ülkelerin din adamları, kanaat önderleri, medyası ile sıkı temastadır. Önümüzdeki aylarda, ABD'de, neoconlarla birlikte olmayan Yahudi lobisi atağa kalkabilir. Mevcut İsrail politikaları yerine, Filistin'in tanınması ve kalıcı barış için yeni adımlar atılabilir. Sağlanacak İsrail-Filistin barışı, ABD'ye ve Batı'ya yönelik terör tehdidini azaltacaktır.
Bu plan ya da hesapların içinde Türkiye nerededir, bilmiyorum. Ancak
AK Parti örneği ve Türkiye'de muhafazakâr-
dindar büyük kitlenin, demokrasi ile İslam'ın bir arada olabileceğini gösteren tecrübesi, bölgedeki demokratik değişimi etkileyecektir. Bu da Türkiye'nin Ortadoğu, Afrika ve Türk cumhuriyetleri için önemini ve değerini artıracaktır.
Önümüzdeki
12 Haziran seçimleri, sadece Türkiye'yi değil, bölgemizi de etkileyecektir. Haydi hayırlısı...