Bediüzzaman Said
Nursi'nin, 1927-1934 yıllarında, Isparta'nın Barla nahiyesindeki
sürgün hayatını anlatan "
Allah'ın Sadık
Kulu" filmini önceki gün seyrettim. Seyircinin neredeyse tamamı, muhafazakâr
ailelerdi. Göze en çok çarpan ise yarıya yakın seyircinin, 10-15 yaş arasındakiler olmasıydı.
Çocukların gelmesi çok isabetli olmuş. Bediüzzaman'ın çocuklara olan sevgisi, onlara gösterdiği
şefkat ana temalardan birisiydi. Bu yeni yaklaşım, Üstad Hazretleri'ni çok sevimli kılıyor. Zaten bu film, esas itibarıyla Bediüzzaman'ı ilk defa tabii haliyle, bir insan olarak, bizlerle beraber yaşayan, içimizden biri olarak gösteriyor. Derinleştikçe sığ görünen, insanlardan bir insan var karşımızda...
Barla'daki 7 yıllık sürgün hayatı ibretlerle dolu. Bütün peygamberlerin döneminde müminlere ne kötülükler, düşmanlıklar yapılmışsa, inananlar tarihin her döneminde ne çileler çekmişse, ne işkenceler görmüşse, Bediüzzaman
Said Nursi de aynılarını yaşamış. Zaten, Allah yoluna girince, çekmeyen yoktur. Fakat film bittiğinde, zihnimden geçen şu oldu: Allah'ın tuttuğuna kimse bir şey yapamaz, O'nun bıraktığını da kimse tutamaz... Üstad Hazretleri ne güzel söylüyor: İnsanlar zulmeder, kader
adalet eder. Acılar sancılara, sancılar arayışlara kapı aralar.
Filmde, bir husus çok güzel işlenmiş. Karayolu ulaşımının olmadığı, sadece kayıkla gidilebilen bir nahiyede, birkaç kişinin kâğıt parçalarına yazdığı risaleler, Eğirdir ilçesine, oradan Isparta'ya, oradan bütün Anadolu'ya yayılıyor, yüz binlere ulaşıyor. Ve bunu sıradan insanlar yapıyor.
Burada durmalıyız. Allah, büyük işleri hep toplumun "sıradan" kabul ettiği insanlara gördürüyor. Ölçü, insanlara değil, Allah'a aittir. Makam, rütbe, zenginlik, geniş aile, kuvveti elde bulundurma, dünyanın insanlara ait ölçüleridir. Allah ise şaşırtır, insana aczini anlatır. Bir köyden alır bir kulunu, önce sarıp sarmalar, korur, düşmanlıklardan uzak tutar, sonra güçlendirir, dünyalara konuşturur. En büyük örnek
Efendimiz (sas) değil mi?
Mekke ile
Medine arası yaklaşık 400 kilometrelik bir yol. Taşlık, kayalık kupkuru bir
arazi... Peygamberimiz (sas) arkadaşı Hz. Ebubekir'le bu yolu yürürken, o esnada dünyada ne krallıklar, sultanlıklar vardı. Dünya, onlar için kim bilir ne kadar hayati hadiselerle meşguldü. Bu yolu yürüyen ise iki kişiydi. Fakat insanlık tarihini, o günün insanlarının çok önemsediği savaşlar değil, bu yürüyüş değiştirdi. Çünkü asıl kazananlar, hep Allah'a sadık kalanlardır...
Barla'da o risaleler,
evet sıradan insanlar eliyle, hem de dönemin bütün takiplerine rağmen yüz binlere ulaşıyor. "İncir ağacını,
incir çekirdeğine taşıtan Allah", Barla'yı da bir çekirdek yapıyor... Dikkatimizi ne çekiyor? Barla'da bir avuç ama samimi insan, Said Nursi'yi bağırlarına basıyor. Bunu da çok önemsemeliyiz.
Milletin sahiplenmesi çok kıymetlidir. Bir
dava, bir hareket millete mal olmalıdır. Millete yaslanmayan, eninde sonunda devrilir gider.
Filmde, Bediüzzaman'ın önünü kesmeye çalışanların yaptıklarını seyrettikçe, hep günümüzle irtibatlar kurdum. Yalanlar, iftiralar, karalamalar, korkutmalar hepsi bugün de var. Dağlara, bir orduya yetecek kadar
silah gizleme yalanı ile bugünün darbecilerinin,
Kafes Eylem Planı'nda, "ışık evler"e silah koyup,
terör örgütü davası açma hesapları arasında ne fark var? Film bittiğinde ister istemez şöyle düşünüyorsunuz: Zulmettiniz de ne oldu?
Vesayet sisteminin; sırf dine yöneliş olmasın, millet mazisi ile bağlarını hatırlayıp, kendi değerleri üzerinde yükselmesin diye susturmaya çalıştığı Said Nursi'yi daha yakından tanımaya, bilmeye ihtiyacımız var. Yeni nesiller, onu tanıdıkça daha çok sevecekler. Allah'ın Sadık Kulu filmi, bu yönde atılmış güzel bir adım. Aynı zamanda cesur bir adım. İnanıyorum ki, ileride hem
teknik, hem
senaryo hem de görsellik açılarından çok daha güzel eserler verilecek.
İlkleri kutlayıp yüreklendirmek gerekiyor...