Temelde
Alevi meselesi nedir diye sorulsa, şunu söylerim: Bu ülkede esas olan
Sünnilerdir, tali olan da Alevilerdir, anlayışıdır.
Aynı sözü
Kürt meselesi için de söyleyebilirsiniz; bu ülkede esas olan Türklerdir, tali olan Kürtlerdir. Amma iki mesele için de hemen bir uyarı yapmak lazım. Bu dayatmaları, vatandaş olarak bizler yapmadık. İnsan olarak, komşu olarak böyle bir ayrışmayı, kendiliğinden ne Sünniler ne de Türkler yaptılar.
Cumhuriyet, en baştan, yeni bir ulus inşa etmek için tek tipleştirmeyi benimsedi. "Biz Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetin mesnedi Türk camiasıdır" (
Atatürk), "Vazifemiz, Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehâl Türk yapmaktır." (İsmet
İnönü), "Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır,
köle olmaktır." (
Adalet Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt. 1930)
Cumhuriyetin felsefesini, İttihat Terakki'den devralınan
vesayet zihniyeti oluşturdu. Yönetici elit zümre, halksız cumhuriyeti,
demokrasi ile buluşturmama inadını, çok partili hayata geçtikten sonra da terk etmedi. Seçilmişlere rağmen, ülkeyi yönetmenin yolunu, halkı kutuplaştırmada buldular. Sünni-Alevi, Türk-Kürt ve laik-
dindar kutuplaştırmalarının hepsinin temelinde, derin devletin provokasyonları yatar. Sadece iki örnek vereyim. 24 Ocak 1993'te
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur
Mumcu katledildi. Cenazesinde yüz bin kişiye, "kahrolsun şeriat" sloganı attırıldı. 6 ay sonra 2 Temmuz 1993'te, Pir
Sultan Abdal etkinliği için Sivas'a gelen 33 kişi ve iki
personel, askerî birliğin gözü önünde
Madımak Oteli'nde yanarak ve dumandan boğularak ölürken, dışarıda toplanan yaklaşık beş yüz kişiye
tekbir getirtiliyordu. Darbeler, 28 Şubatlar,
AK Parti iktidar olur olmaz düğmesine basılan
darbe hazırlıkları, hepsi devlet içindeki derin yapılanmaları işaret ediyor. Herhalde
Ergenekon,
Balyoz ve benzeri davalar sonuçlandığında, yakın tarihin bütün ezberleri bozulacaktır...
Ancak en az bu davaların sonuçları kadar önemli bir mesele daha var. Alevi meselesinde, Sünniler bir özeleştiri yapmak zorundadır. Alevi vatandaşlarımız hakkındaki önyargıları yıkmak zorundayız. Tamam, bugün muhafazakâr kesimde, demokratlaşma yönünde gerçekten samimi bir değişim var. Ama iyi niyet de yeterli değildir. Alevi
açılımı, bu yılki Muharrem'de çok ileri adımlar atılması, bir araya gelişler, bunların hepsi çok güzel. Fakat iyi niyete, samimiyete rağmen, Sünni kesimde hâlâ Alevilere karşı ayrımcı bir dil var. Mesela Aleviliği bilinen bir insana, "Alevileri çok severim, evdeki hizmetçimiz, şoförüm, apartmanımızın kapıcısı hep Alevi..." dediğinizde, kırdığınız potun, işlediğiniz üslup hatanızın farkında olmayabilirsiniz.
Alevilerin inançlarını Sünnilerin sorgulaması, "madem onlar da
Müslüman, neden camiye gelmiyorlar" diye çıkışmaları, en başta din ve vicdan özgürlüğüne aykırıdır. Asıl mesele, kendimize Müslüman, kendimize demokrat olma anlayışını terk edebilmektir. Kimsenin kimseyi dönüştürmeye çalışması kabul edilemez. Bir insan kendini nasıl ifade ediyorsa, odur. Alevileri Sünnileştirmek saplantısı, insanların konumlarına saygısızlıktan başka bir şey değildir. Konuma saygı, insanların inançlarına, kültürlerine, geleneklerine, fikirlerine saygıdır.
Bu birinci mesele... İkincisi, geçmişteki kutuplaştırma provokasyonlarının hepsi soruşturulmalıdır. Sivas'ın, Çorum'un, Maraş'ın dosyaları açılmalıdır. "Gerçekler ortaya çıksın, kim incinecekse incinsin" diye feryat edenlerin sesine
kulak verilsin.
Uğur Mumcu'nun, Çetin Emeç'in, Abdi İpekçi'nin, Doğan Öz'ün, Turan Dursun'un, Musa Anter'in,
Necip Hablemitoğlu'nun, Eşref Bitlis'in, Hrant Dink'in,
Muhsin Yazıcıoğlu'nun katledilmesi için emir verenlerin hepsine ulaşılsın.
Hem özeleştiri yapalım hem de oynanan oyunların deşifre olması için
adalet aramaktan vazgeçmeyelim...