POLEMİĞİ SEVMEM AMA...

Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde maalesef huzurunuza polemikle çıkıyorum. Aslında polemikten hiç hoşlanmam.


Bugüne kadar siyasî hayatımda da yazı hayatımda da kişileri hedef alarak polemiğe girmedim. Beni eleştiren köşe yazarlarına cevap vermemeyi tercih ettim. Sütunlarımda köşe yazarlarından bahsetmişsem, bu mutlaka bir yazısı hakkında takdir bildirmek için olmuştur. Bugün bu temel ilkemi bozma sebebim, siz okuyucularımın ısrarla cevap vermemi istemesidir. Yoksa, açıkçası benim saldırılara aldırdığım yoktu. Melih Aşık’a cevap Efendim, Milliyet’te çöreklendiği köşesinde yıllarca ona buna çamur atmakla ömrünü geçiren bu Melih Aşık, benim Mülkiye’den devre arkadaşımdır. Aslında, Mülkiye’yi 10 senede ikmal eylediği için, 60 sonrası Mülkiye neslinde sınıf arkadaşı olmayan da pek yoktur. Her neyse Melih Aşık, benim Radikal’de yazmamı içine sindiremediğinden midir bilmem, son yıllarda penceresinden sataşmadan edemiyor. Mülkiyelilik hatırına ve bir zamanlar aramızdaki dostane münasebetleri unutmadığım için bugüne kadar saldırılarını duymazdan geldim. Lâkin, geçen salı günü ‘Muhbir Çocuk’ başlıklı yazısında beni ‘muhbir’ ilân ediyor ve ‘dünyanın en adi işi’ni yapmakla suçluyor Melih Aşık, bu iftira ve hakaretleri sıralarken, 13 Haziran 2008 tarihli yazısında, asıl kendisinin en adi muhbirliği yaparak beni Doğan Grubu patronuna ve yöneticilerine ihbar ettiğini de unutuyor. Adana’daki konferansımda sorulan bir soruya verdiğim cevabı saptırarak veren muhabirin lâfını abartıp ve doğruluğunu tahkik etmeden, benim ‘Satın almayın bu gazeteleri’ dediğim iftirasını atıyor ve yazısını ‘Hasan’a ihtiyaç yok’ diye bitiriyor. Yani, açıkçası, beni ihbar ediyor ve gazeteden atılmamı istiyor. Melih Aşık’ın bu yazısı üzerine ‘Taha Kıvanç’ müstearıyla yazan Fehmi Koru bile, bana ‘Hoş gidişler ola!’ denildiği yorumunu yapmıştı. Son olayda da, Melih Aşık, gene yanlış bir haberden yola çıkarak beni karalıyor. Ben Erdoğan-Doğan tartışmasını yorumlarken, ‘Bunlar solcudur’ filân demedim. Lâikçi ve demokrasi karşıtı bazı yöneticilerin sorumluluklarından bahsettim. Anlaşılan Aşık’ın aklı hâlâ fakülte günlerinde takılı kalmış. Üstelik, Melih Aşık, nereden de gazete yöneticisi oluyor, bunu da anlayamadık. Ayrıca, sana bir şey söyleyeyim mi Aşık, sen ‘solcu’ da değilsin. Gerçek solcu, senin gibi jakoben, tepeden inmeci, lâikçi olmaz; demokrat olur... Melih Aşık, sen köşende dedikodu yapmaya, ona buna çamur atmaya ve ihbarcılığına devam et. Hâline çok acıyorum ama yapacak bir şey yok... Sabahattin Önkibar’a cevap Efendim yeniler pek hatırlamazlar, eskiden bir Sabahattin Önkibar vardı. Türkiye Gazetesi’nde ve TGRT’de çalışırdı. Bir hayli etkili bir gazeteci sayılırdı. Benim milletvekilliğim ve bakanlığım döneminde aramızda dengeli bir politikacı-gazeteci münasebeti olmuştur. Siyasî yatırımını Mesut Yılmaz’dan yana yaptı ve kaybetti. Şimdi Yeniçağ Gazetesi’nde köşe yazısı yazıyor ve ikide bir bana saldırmayı da ihmal etmiyor. Aslında Önkibar, benim milliyetçiliğimi ve vatanseverliğimi çok iyi bilir. Lâkin, askerin politikaya müdahalesini eleştirmemi, asker düşmanlığı, TSK karşıtlığı olarak yansıtıyor. Son derece hassas olduğum bu konuda çamur atmamış olsaydı, diğer sataşmalarına aldırmıyordum. Lâkin, bir Türk Milliyetçisi olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve Türk Ordusu benim için mübarek, mukaddes ve muazzezdir. Vatan savunması için kahraman ordumun emrinde bir nefer olmaya âmâdeyim. Ancak, bir TSK mensubu siyasete müdahale eder de darbe teşebbüsünde bulunursa meşruiyetini kaybeder. Buna karşı çıkmak da demokrasinin icabıdır. Bu iki hâli ayıramayanlar, her zaman yanlış değerlendirmeler yapmaktan kurtulamazlar. Ahmet Hakan’a cevap Efendim, şimdi de gelelim polemiklerden pek hoşlanan genç köşe yazarımız Ahmet Hakan’a... 17 Eylül tarihli, ‘Tank Gibi Bir Soru’ başlıklı yazısında, ‘Kenan Evren mutlaka yargılanmalı’ sözüm üzerine, benim de Kenan Evren’in iktidarı döneminde, onun emrinde görev yaptığımı, ‘Başbakanlık Müsteşarlığı’ görevinde olduğumu söyleyerek, ‘Sizi kim yargılayacak?’ diye soruyor. Sevgili Ahmet Hakan, benim ömrümde iki çizgim hiç değişmedi: Birisi, milliyetçilik ve muhafazakârlık, diğeri de demokratlık... 28 Şubat Dönemi’nde YDP Genel Başkanı olarak nasıl bir demokrasi mücadelesi verdiğimi en iyi bilenlerden birisi sizsiniz. O dönemde, haber bölümü başında bulunduğunuz Kanal 7’de, zor şartlar altında bana ekran açarak, demokrasi mücadeleme ne kadar katkıda bulunduğunuzu asla unutamam. Lâkin, henüz siz 13 yaşındayken vuku bulan 12 Eylül Darbesi’nin ayrıntılarını hatırlamamakta mazursunuz. Beni 12 Eylül Yönetimi Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı yapmadı. Aralık 1979’da Başbakanlık Müsteşarı olan merhum Özal tarafından bu göreve getirildim. 12 Eylül Hükûmeti kurulduktan sonra, Özal Başbakan Yardımcısı olunca 40 gün kadar Müsteşarlığa vekâlet ettim. Başbakan Ulusu’nun görevine başlamasından sonra istifamı verdim; fakat kabul edilmedi. Daha sonra görevde kaldığım 5 ay boyunca 12 Eylül Darbecileri’ne karşı demokrasi ve hukuk mücadelesi verdim. O dönemde bürokrasideki direnişi teşkilâtlandırdım. Nihayet Şubat 1981’de eski Başbakan Demirel’i ziyarete gittiğim gerekçesiyle 12 Eylül Yönetimi tarafından görevimden alındım. Sizin anlayacağınız Ahmet Hakan, ben 12 Eylül Dönemi’nde de elimdeki bütün imkânları kullanarak demokrasi mücadeleme devam ettim. Beni, mensubu olmakla şeref duyduğum Türk Milleti yargılamış ve demokratlığım konusunda kararını vermiştir. Siz hiç endişe buyurmayınız... *** İşte böyle sevgili okuyucular, arzunuzu yerine getirdim ve cevaplarımı verdim. Bence, bu Pazar Sohbeti’ni heba ettik ama ne yapalım, siz böyle istediniz.
<< Önceki Haber POLEMİĞİ SEVMEM AMA... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER