CHP,
Türkiye’nin bir gerçeğidir; Türkiye
Cumhuriyeti ile yaşıttır ve hâlen varlığını devam ettirmektedir.
Halkımız CHP’ye kısaca ‘Halk Partisi’ der. Koalisyon dönemlerinin istisnaları mahfuz kalmak şartıyla, aslında Türk politikasında ‘ikili’ (dual) rekabetler cereyan etmiştir: DPxCHP, APxCHP, ANAPxCHP, AK PartixCHP gibi... Bu ikili rekabetlerin değişmez ikincisi hep CHP olmuştur.
CHP’nin kuruluşunda ana
model, İttihat ve Terakki Partisi‘dir.
Atatürk,
Osmanlı’yı tarihe gömen ittihatçıları CHP’ye yaklaştırmamaya çalışmışsa da, CHP’nin ilk kuruluşunda prototip, İttihat ve Terakki Partisi’nin ‘
Merkez-i Umumî Cuntası’ olmuştur. 1923-1938 arasındaki Cumhuriyet’in ilk 15 yıllık döneminde kurulan ‘Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ ve ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’, CHF’nin bu ittihatçı yaklaşımı yüzünden ‘irtica’ bahanesiyle kapatılmıştır.
Cumhuriyet’in ikinci dönemi olan 1938-1950 arasındaki 12 yıllık Şeflik Totalitarizmi, ilhamını Nazizm ve Faşizm’den almış ve tek parti diktatörlüğü ideolojik bir niteliğe bürünmüştür. CHP, artık devletin partisidir ve il başkanı valiler tarafından yönetilmektedir.
14
Mayıs 1950 genel seçimleri ile Türkiye’de çoğulcu demokratik parlamenter sisteme geçildikten sonra CHP, sınırsız hegemonyasını terketmeyi içine sindirememiş ve bizzat yer aldığı
27 Mayıs Darbesi’yle
halkın önüne yeni hüviyetiyle çıkmıştır: ‘CHP+
Ordu=İktidar’.
***
CHP’ye ‘Halk Partisi’ denilmesi, Türk siyasetinin en büyük ironisidir. Zira CHP, kuruluşundan itibaren geçirdiği çeşitli siyasî dönemlerde her zaman halktan ve halkın değerlerinden en uzak siyasî parti olmuştur. Halka tepeden
bakan, halkı küçümseyen, halkın değerlerini horlayan bir siyasî partinin, halkın oylarını alarak
iktidara gelmesi mümkün müdür?..
1960 sonrası dönemde CHP, bir taraftan halka ‘lâikçilik dayatması’nı arttırırken, diğer taraftan da orduyu darbeye tahrikten geri kalmamıştır. CHP’nin oy tabanı incelendiğinde, Türk halkının genel eğilimlerine uymayan bazı marjinal grupların ve korkutulmuş kitlelerin bulunduğu görülecektir. CHP, bu tabana rıza göstermiş ve yüzde 20’lik bir oy tabanına kendisini hapsetmiştir.
CHP’li dostlara, yüzyüze görüşmelerimizde ve çok sayıdaki köşe yazımızda, bu kısır
döngüyü kırabilmenin yollarını anlatmış ve özellikle halkın diniyle, imanıyla uğraşmamalarını
tavsiye etmiştik. Ancak, çağdışı başörtüsü yasağındaki tutumları, halktan uzakta kalmakta ısrar ettiklerini gösteriyordu.
***
Baykal’ın ‘çarşaf şovu’, önce bir siyasî soytarılık gibi algılandı. Ancak bunun, Ecevit’inkine benzeyen yeni bir ‘tarihî yanılgı’ uyanışının başlangıcı olmasını temenni etmekten de geri durmadık.
Bu popülist atraksiyonun ciddî bir siyasî açılıma dönüşmesi için, CHP’nin ve Baykal’ın, geçmiş 85 senenin değerlendirmesini iyi yapması gerekir. Batılı anlamda gerçek bir sosyal demokrat partinin, din ve
inanç hürriyeti de dahil her türlü insan hak ve hürriyetini, savunması gerektiğini; demokrasiye karşı müdahalelerde duyarlı bulunmak ve en önde karşı çıkmak zorunda olduğunu bilmesi lâzımdır.
Halk Partisi’nin, ‘halkını’ ararken şu birbiriyle içiçe iki konuda ‘yeni açılımlarda’ bulunmasını bekliyoruz:
1. CHP,
Yargıtay Başsavcısı’nın, AYM dokuzlusu’nun ve A. N. Sezer’in baskıcı, ideolojik ve dayatmacı lâikçilik anlayışını masaya yatırabilmelidir. Lâikliğin, dinsizlik ya da
yeni bir devlet dini olmadığını, din ve vicdan özgürlüğünü zedeleyen uygulamalara lâiklik denilmeyeceğini görmeli ve Türkiye’deki lâiklik anlayışını tartışmaya açmalıdır.
2. CHP, çağdışı başörtüsü yasağına karşı tavrını tespit etmeli ve toplumda büyük huzursuzluk kaynağı teşkil eden bu meselenin çözümü için
teklif getirmelidir.
***
Halk Partisi, halkını arıyor... Bunda samimî ise, hiç şüphe yok ki, halktan olumlu cevabı alacaktır. Değilse, halkın başının ağrısı olmaya devam edecektir.