Mostar’da, Buna nehrinin doğduğu sarp, yalçın kayaların üstünde Bulagay Tekkesi vardır. Tekke’nin üst katındaki bir oda Alperen Sarı Saltuk’un türbesine tahsis edilmiştir. Huşû içerisinde türbeyi ziyaret ederken oğlum, ‘Günümüzde de alperenler yaşıyor mu?’ diye sordu. ‘Elbette Mustafa’ diye
cevap verdim; ‘
Muhsin Yazıcıoğlu amcan var ya...’
Firûze ile Furkan babalarını, oğlum Mustafa ile kızım Elif, Muhsin Amcalarını, bense arkadaşımı, dostumu, kardeşimi kaybettim...
Bir alperen Hakka yürüdü, ardında Türk Milleti’ni öksüz bırakarak...
O,
Türkiye’nin en çok sevilen kişilerinden biriydi.
Milliyetçiler, vatanseverler, inançlı milyonlar ve dürüstlüğüne hayran değişik görüşteki insanımız, O’nun sözü edilince sevgiyle gülümser ve hep güzel şeyler söylerlerdi. Zira O, hiç ayırım yapmaksızın herkesi kucaklamaya çalışırdı.
***
Muhsin Yazıcıoğlu, açıkçası bu devrin adamı değildi. O ’na her bakışımda, Ahmet YesevÎ’den el almış, kılıcını kuşanmış, atının üzerinde
Anadolu’yu aydınlatmak üzere mücahade eden alperenleri, Kara Mürselleri, Sarı Saltukları, Akça Kocaları görür gibi olurdum.
Nasıl görmeyeyim ki... O, 15 asırlık bir medeniyetin, bu toprakları 1000 yıllık kültürüyle âbâd eden bir milletin gerçek temsilcisiydi.
Benim derviş
gönüllü Muhsin Gardaşım, hiçbir engel tanımadan beş
vakit namazını edâ etmiş bir gönül eri, Türk tarihini omuzlarında taşıyacak kadar heyecanlı ve şuurlu bir vatansever, bir milliyetçiydi.
***
O, bir çile adamıydı. Soğuk
Savaş yıllarının zor şartlarında, daha çocuk yaştayken mücadeleye atılmış.
Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış; o hay huy içerisinde
Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi’ni bitirip veteriner hekim olmuştu.
Lâkin, vatanı ve inancı için koşturmaktan mesleğini icra edecek fırsat bulamadı. Ocaklar kapatılınca ÜGD’yi kurdu ve Genel Başkanı oldu. Bana hayatını teferruatıyla anlatmıştı. Elinin en ufak bir haksızlığa kalkmadığını ve aslâ kana bulaşmadığını söylemişti.
12
Eylül’den sonra, diğer darbelerde olduğu gibi birçok haksızlıklar ve zulümler yapılmıştı. Bugün dahi, her türlü darbeciliği, çeteciliği yapanlar birkaç ay
tutuklu kalınca avazları çıktığı kadar bağırıyorlar ve Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı avukatlıklarını yapıyor.
Ancak,
Sivas’lı bu tertemiz 26 yaşındaki
genç adam, tam 7,5 sene, hakkında hiçbir yargı kararı olmadan ‘tutuklu’ olarak zindanlarda yattı. Üstelik bunun da 5,5 senesini 2,5 metrekarelik bir hücrede geçirdi. Bu durum, Türkiye’deki yargının en büyük haksızlığıdır. Lâkin, bir alperene uygulandığı için, ne yazık ki kimsenin umurunda olmamıştır. Bu haksızlık, eğer solcu ya da liberal geçinen birilerinin başına gelseydi, herhalde kıyametler koparılırdı.
Ağlayarak dinlediğimiz
hapishane hâtıralarında, en fazla
abdest alıp namaz kılmakta zorlandığı için üzüldüğünü söylemişti. Bir de gülerek, gözlerini bozulmaktan nasıl koruduğunu anlattığını hatırlıyorum. Fırsat buldukça birkaç bağ maydanoz aldırır, bunları yatağına dizer ve uzun uzun yeşil rengine bakarak gözünü dinlendirirmiş...
***
Dedim ya, O bir çilekeşti; hep çile çekti. O’nun tırnağı etmeyecek adamlar bu ülkede Genel Müdür,
Müsteşar, Bakan, Baş
bakan oldular. Mesut Yılmazlar,
Tansu Çillerler, paraşütle
iktidar partilerinin başına konarak defaatle
Başbakanlık yaptılar. Benim çileli, derviş gönüllü Muhsin Gardaşım ise hiçbir zaman kırmızı plâkalı arabalarda dolaşmadı; lüks makam odalarında oturmadı. Türk Milleti’nin ve bunun en güzel bir parçası olan vefakâr Sivaslı’ların milletvekili oldu.
Muhsin Başkan, hem partisini ve dâva arkadaşlarını, hem de âşığı olduğu milletini ve memleketini
TBMM’de, bazen tek başına kalarak en iyi şekilde temsil etti.
28
Şubat Darbesi’ne O’nunla birlikte karşı çıkmıştık. Darbenin muhatabı olan RP ve DYP milletvekilleri ile darbecileri destekleyen
CHP, DSP,
ANAP milletvekillerine, arslanlar gibi
demokrasi dersi verdiğini düşününce içine düştüğüm
yalnızlık hüznünün derinleştiğini hissediyorum.
***
Muhsin Başkan, 1992 yılı sonunda
Büyük Birlik Partisi’ni (BBP ) kurdu. Siyasette keşke aynı
çatı altında olabilseydik ama hep yanyana mücadele ettik.
O, ‘
Alperen Ocakları’nı da kurarak bu yeni alperenler kuşağıyla yakından ilgilendi. Geleceğin Türkiyesi için her biri bir pırlanta olan idealist gençler yetiştirmeye çalıştı.
Siyasette ‘çile’nin ne demek olduğunu, hazineden trilyonlar alan tuzu kuru partiler anlayamazlar. Ben, YDP Genel Başkanı olarak bu çileye 8 yıl devam edebildim. Muhsin Başkan ise 17. yılını doldurmak üzereydi.
Şu hazin kader karşısında gözyaşlarınızı tutabilir misiniz? SiyasÎ hayatı boyunca ilk olarak, kendisi ve arkadaşları ceplerindeki parayı birleştirip bir helikopter tutuyorlar, o da
kaza yapıyor... Koskoca
Türkiye Cumhuriyeti ise enkaza ancak üç günde ulaşabiliyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yardımcı olmak için samimiyetle nasıl uğraştıklarını biliyoruz.
Meclis Başkanı, İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü’nün nasıl çırpındıklarını ise
Göksun’da kendi gözlerimle gördüm. Lâkin, imkânlarımızın bu kadar mahdut olması, doğrusu çok üzücüdür.
***
Muhsin Yazıcıoğlu bir dâva adamıydı. Kısa süren ömründe dinini, imanını, vatanını, milletini, bayrağını herşeyin önünde tuttu.
Güzel ahlâk numûnesi, tertemiz, dürüst ve namuslu bir insandı. Gani gönüllü, kâmil bir mümin ve Müslümandı ama asla tutucu olmamıştır.
Milliyetçi ve vatanseverdi ama asla ayrımcı ve ırkçı olmamıştır.
Tâvizsiz bir demokrat ve millÎ irade taraftarıydı.
Mevküfiyeti ve mücadelesi sebebiyle biraz geç evlendi. Her bakımdan uyuştuğu çileli bir eş buldu. Gözü gibi sevdiği Firûzesi ve Furkânı oldu. Onları en iyi şekilde yetiştirdi.
***
Benim canım, sevgili kardeşim, aziz dostum artık uçmağa vardı; Hakka yürüdü. Çok sevdiği
Allahına kavuştu. İçimden bir ses bana O’nun şehit olduğunu söylüyor, İnşaallah Allah’ın indinde de öyledir.
Allah rahmet eylesin, ruhun şâd olsun... Rahat uyu, yetiştirdiğin Alperenler ve çocukların dâvanı devam ettireceklerdir.