Hz. İsa'nın
doğumunu esas alan takvime göre yıllar tamamlandıkça farklı anlayışlar ve uygulamalar içinde hemen bütün dünyada
kutlamalar yapılıyor. Bu manada
yılbaşının bizim tarihimiz, dinimiz ve kültürümüzle bir ilgisi yok. Ancak küreselleşmenin en bariz tezahürlerinden biri bu yılbaşı kutlamaları; dediğim gibi bütün dünyada buna
katılım var. Üstelik bu kutlamaların tamamında değilse de tamamına yakınında dinimize ve ahlakımıza aykırı filler işleniyor. En iyisi böyle bir gece yokmuş gibi davranmak, normal, gündelik hayatımıza devam etmektir.
Bir de
doğum günü kutlamaları var. Belli bir tarihten sonra bizim tarihimizde de Efendimiz'in (s.a.) ve Ehl-i beyt mensuplarının doğum günlerinde merasimler (
mevlid merasimleri) yapılmaya başlanmış, bid'at diye buna karşı çıkanlar da olmuş, ama genel olarak benimsenmiştir ve uygulanıyor. Mesela bizdeki
Kutlu Doğum Haftası'nda yapılanların çok faydalı olduğunu düşünüyorum.
Bizim gibi sıradan insanların doğum günleri için de merasimler yapılıyor. Bir kere bu merasimlerde mesela pastanın üzerine mum da yakıp üfürükle söndürmek gibi
yabancı menşeli uygulamalar olmamalıdır.
Ne yapılmalıdır meselesine gelince:
Keşke hiçbir şey yapılmasa.
Eğer yapılacaksa ömrümüzden bir yılın daha geçmesinin ne demek olduğu üzerinde durulsa ve dualar edilse.
Ömrümüzden bir yılın daha geçmesi ne demektir?
Biz ahirete inandığımıza göre dünyadaki geçici ömrümüzden bir yıl daha kısalmış, son durağa bir yıl daha yaklaşılmış olması demektir. Geriden baktığımızda ömrümüze bir yıl daha eklenmiş görünüyor, seviniyoruz; ama bir de ileriye baksak ömrümüzden bir yıl daha eksilmiş olduğunu göreceğiz. Buna da sevinebilmek için Mevlânâ'ların aşkına ve irfanına sahip olmak gerekiyor.
Peki böyle bir düşünce ve bu düşünceye dayalı davranış için neden bir yılın dolmasını bekleyelim?
Ömrümüz bir kum saati gibi değil mi? Her geçen saniyede bu "ömrün azar azar tükenmesi" gerçekleşmiyor mu?
Bir mümin her gün ve sık sık "ömrünün kum saatini" gözünün önüne getirmeli ve şöyle düşünmelidir:
"Saatin alt bölümündeki kısmı (ömrümün geçen kısmını) görüyorum, üst bölüme ait bir bilgim yok, ama onun da sınırlı olduğunu ve her an azaldığını biliyorum. Gafletime bakın ki, ölümü hiç düşünmeden, ebedî hayata
hazırlık endişesini yaşamadan, bu dünya hayatı fani değil de ebedi imiş gibi hayat sürüyorum. Ömrümü verdiğim, öncelediğim, peşine düştüğüm, uğrunda acılar çektiğim, ter döktüğüm, kırdığım ve kırıldığı... şeyler hep bu dünyaya ait. Bugünden sonra aklımı başıma alayım, ahirete iman eden bir mümin gibiş yaşamaya çalışayım..."
Yılda bir, ayda bir çok geç, en azından yirmi dört saatte bir böyle düşünmede, böyle bir
hesap kitap yapmada büyük fayda olsa gerektir.