TEKEL
işçilerinin direnişi... Evet, direnmek işçilerin de demokratik hakkıdır.
Kendilerinin, ailelerinin, çoluk çocuklarının yaşamını, geleceğini güvence altına alabilmek için daha iyi sosyal hak, daha yüksek
ücret talep ediyor TEKEL işçileri.
Bunun için de, kar kış demeden Ankara’nın dondurucu ayazında aralık ayı ortasından beri direniyorlar.
Bir noktayı baştan belirtmek lazım:
Hükümet anlaşmazlığı kötü yönetti.
Baş
bakan Erdoğan’ın da,
Maliye Bakanı Şimşek’in de üslubu iyi değildi. İşçileri gerçekten rencide eden son derece talihsiz ve faullü açıklamalar yapıldı hem
Başbakan, hem
Maliye Bakanı tarafından.
Kendilerini işçilerin yerine koyan, onların ruh halini anlamaya gayret eden bir empati kırıntısı maalesef yoktu hükümetin tutumunda. Daha çok, tepeden bakan ve o klasik ben yaptım oldu zihniyeti ön plana çıktı.
Oysa, toplumsal yanı ağır basan böylesine anlaşmazlıkların soğukkanlı bir esneklikle götürülmesi gerekir.
Sabır şarttır.
Uzlaşma kapısı hep açıktır.
‘Çatışma’dan hep sakınılır.
Böylesine anlaşmazlıklarda, ne kadar gerilirse gerilsin ipi koparmadan sonuca ulaşabilmek için azami gayreti gösterecek olan taraf, siyasal iktidardır.
Elbette
hesap kitap önemlidir.
Elbette, bin yıl ekonomiye kambur olmuş TEKEL gibi devletçi yapıların özelleştirilmesinde
ekonomik ve toplumsal haklılık vardır.
Elbette, devletin iki yakası bir araya gelmeden, hesap kitap olmadan ekonomi dikiş tutmaz, işsizliğe çare olacak kapılar zor açılır.
Bunlar biliniyor.
Ama başka gerçekler de var.
Ekonominin kamburu olan bu devletçi yapılar işçilerin kabahati değildir, işçiler suçlanamaz bunlardan dolayı.
Özellikle TEKEL gibi, Şeker gibi, enerji gibi,
Karayolları gibi işçi yoğunluğunun çok olduğu alanlarda özelleştirmeye gidilirken hükümet açısından doğru tavır, “Ben yaptım oldu!” anlayışından sakınmaktır. Sendikalarla, işçilerle son derece dikkatli,
sabırlı ilişkiler,
diyalog kanalları oluşturmaya çalışmaktır.
Bu açıdan hükümetin, TEKEL örneğinde, bu yollarda yürüdüğü söylenemez.
Anlaşmazlık kısa sürede bir soruna, bir çatışmaya dönüşürken, toplumda TEKEL işçileriyle
dayanışma dalgası haklı olarak gitgide büyüdü.
Bir noktanın bir kez daha vurgulanmasında yarar var.
Ekonomiyle ilgili işler hesabı kitabı gerektirir. Çünkü verimsiz olan işler bir yerde iflas bayrağını çeker.
Bu açıdan devlet de, özel
sektör de farklı değil. Devlet de,
özel sektör de bütçesine hâkim olmak zorunda.
Kara delikleri büyüyen yerde, verimsizliğin kol gezdiği yerde çarkları döndürmek bir noktanın ötesinde olanaksızdır.
Çalışanlar da, işçiler de, sendikalar da, patronlar da bu gerçeği görmek zorundadırlar. Bu yalın gerçeğin göz ardı edilmesi çıkmaz sokaktır.
Türkiye gibi işsizliğin bu kadar yaygın olduğu bir ülkede, eğer aş ve iş sorununu ciddi olarak çözüm rayına oturtmak istiyorsak, hesap kitap gerçeğini mutlaka göz önünde tutmak zorundayız.
Yakın geçmişimiz bu bakımdan acı derslerle doludur.
Ekonomide yapısal sorunların
ihmal edildiği, ‘enflasyon canavarı’nın ekonomik ve toplumsal yapımızı kemirdiği, kepçeyle bol keseden dağıtılan bazı paraların sonra nasıl sapıyla geri alındığı istikrarsızlık yıllarını unutmayalım.
TEKEL işçileriyle hükümetin makul bir yolda buluşmaları dileğiyle noktalıyorum yazımı...