Şamil
Tayyar,
gazeteci,
Star gazetesi yazarı. Operasyon
Ergenekon isimli son kitabından dolayı 20 ay
hapis cezasına mahkum edildi.
Şamil Tayyar’ın bugüne kadar 35 aya varan hapis cezaları bu gidişle 100 ayı bulabilir.
Mehmet
Baransu, gazeteci,
Taraf gazetesi muhabiri. Bu yıl Sedat Simavi
Gazetecilik Ödülü’nü aldı.
Son olarak “Kod adı
Kafes” adını taşıyan
bomba gibi bir haberden dolayı hapsi boylamasına ramak kaldı. Anlaşılan, Mehmet’in böyle haberler yazmasından memnun olmayan odaklar düğmeye bastı.
Kafes Planı korkunçtu.
Asker içindeki cuntalaşma faaliyetlerini, Türkiye’de
darbe ortamı oluşturmak için yapılacak suikastleri, düzenlenecek tüyler ürpertici tertipleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Son tahlilde hükümeti devirme planıydı söz konusu olan...
Mehmet’in haberi böyleydi.
Peki, Şamil ne yaptı?
Bir gazeteci olarak haberleri, yazıları ve kitaplarıyla Ergenekon‘un üstüne serilen
gizlilik perdesini araladı.
Unutmayın!
Ergenekon
operasyonu ve
davası, bu ülkede
demokrasi ve hukuk devletini yakından ilgilendiriyor. Devletin daha çok hukukla tanıştırılması ve askerin hukukun içine çekilmesi için, bir yerde Ergenekon‘un da aydınlatılması şart...
Şamil Tayyar ve
Mehmet Baransu parmaklarını arı kovanlarına sokabilen iki meslektaşım. Bugüne kadar öylesine gerçeklere haber olarak, kitap olarak ışık tuttular ki, değişik odaklarda düşmanları olması şaşırtıcı değil.
Bu bir demokrasi mücadelesi çünkü, bir hukuk mücadelesi...
Şu rahatça söylenebilir:
Bu iki meslektaşımın ışık tuttukları gerçeklerin karanlıkta kalmasını isteyenler, Türkiye’de birinci
sınıf demokrasi ve hukuk devletinin düşmanıdırlar.
Biliyorum, şimdi soruşturmanın gizliliği ilkesinden söz edilecek. Çünkü Şamil Tayyar da, Mehmet Baransu da ‘soruşturmanın gizliliği’ni ihlal gerekçesiyle kendilerini mahkemenin önünde buldular.
Evet, soruşturmanın gizliliği...
Evet, tekzip müessesesi...
İkisi de hukukun temelinde yatan ve de kişileri koruyan hükümler. Ama bizim memleketimizde bu iki kurum öteden beri son derece istismar edilir ve gerçeklerin gizlenmesinde, ‘devletin korunması‘nda bir
araç olarak kullanılır.
Dün böyleydi.
Bugünkü durum daha da vahim.
1980’lerde Genel Yayın Yönetmenliği yaparken her iki kurumun da devlet güçlerince nasıl istismar edildiğine dair çok örnek yaşamıştım. Bu nedenle ‘suç’ işlemeyi göze alıp soruşturmanın gizliliği ve tekzip hakkına yan çizmiştim.
Mıh gibi belgeli haberlerimize gelen tekzipleri yayınlamamıştım. Soruşturmanın gizliliğine uymayıp kamuoyunun gerçeği bilme hakkını öne almıştım.
İkisi de ‘suç’tu.
Ama suç işlemeyi göze almıştım, başka türlü gerçeklerin aydınlanamayacağını biliyordum çünkü...
Bugün de durum farklı değil.
Şamil Tayyar, Mehmet Baransu gibi bazı yürekli meslektaşlarım ve onların gazete yöneticileri doğru bildikleri yolda devam ediyorlar.
Bu yolda, haberciliğin hızından dolayı bazı yanlışlar da yapılabilir.
Ama şunu iyi bilin:
Bu ülkede arı kovanına parmak sokmadan, bazı şeyleri göze almadan, demokrasi ve hukukun önü açılamaz. Yaşananlar özünde demokrasi mücadelesidir çünkü...
Bu arada, Şamil Tayyar’ın
Başbakan Erdoğan’a yönelik bir uyarısını köşeme alıyorum:
“
Hükümetin tutumu üzüntü vericidir. Ergenekon sürecinde gazeteci ve yöneticilere açılmış 4 bin civarında dava var. Mahkumiyet almış çok sayıda gazeteci cezaevi tehdidi altında.
Hükümet, gazetecilerin en çok yargılandıkları TCK’daki dört maddede cezaları daha da artırmak için harekete geçti. O
kanun çıkarsa, hükmün açıklanmasını geri bırakma,
erteleme ve paraya çevirme ihtimali ortadan kalkacağı için gazetecilere doğrudan cezaevi yolu gözükecek.
Hazin tarafı ise bu değişikliğin Genelkurmay’ın talebi üzerine yapılmak istenmesidir. Başbakan’a nacizane tavsiyem, empati yapıp Pınarhisar’ı (*) hatırlamasıdır.”(Şamil Tayyar, Pınarhisar’daki Tayyip Bey’i arıyorum, Star, 28
Aralık 09, s.11)
(*)
Tayyip Erdoğan,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken okuduğu bir şiirden dolayı mahkum olup Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinde hapis yatmıştı.