Eski dışişleri bakanlarından,
emekli Büyükelçi İlter
Türkmen siyasette cesaretten, siyasette risk almaktan söz ediyor.
Eski
Genelkurmay Başkanı, emekli
Orgeneral Hilmi Özkök, problemlerden korkmamak gereğine işaret ediyor.
Her ikisi de son açıklamalarında bu konuya daha çok
Kürt sorunu çerçevesinde değindiler.
Devletin tepelerinde uzun yıllar görev yapmış olan Türkmen’le Özkök, siyaset meydanımızda öteden beri eksik olan, yetersiz olan iki noktaya
parmak basmakta haklılar:
Siyasette yürekli olmak...
Siyasette risk almak...
Bu iki noktanın yetersizliği, yıllar içinde birçok alanda temel sorunların birikmesine yol açmıştır bu ülkede.
Siyaset kurumu bu yüzden yıllar yılı sorun çözen değil, sorun yaratan ve biriktiren bir mekanizma olarak çalışmıştır.
Kalıcı çözüm açısından cesur, köklü kararları gerektiren bir
takım adımlar göze alınamadığı için
Türkiye kan kaybına uğramış, kendi kendini köşeye sıkıştırmış, kalkınmasını kösteklemiştir.
Siyaset meydanına büyük iddialarla çıkan
iktidar partilerinin, risk almaktan kaçındıkları için zamanla düzenin bir parçası haline geldikleri görülmüştür.
Şöyle nitelenir bu süreç:
Ankara’lılaşma...
İşte bu tehlikedir, siyasal partilerin, özellikle de iktidar partilerinin kapısını çalan ve Türkiye’nin bazı temel sorunlarının birikmesine ve yılan hikayesine dönüşmesine yol açan...
İlter Türkmen geçen gün kendisiyle sohbet ederken şöyle yakındı:
“Öyle sorunlar var ki, çözebilmek için siyasal risk almak gerekiyor. Belki tam adım atacaksınız, muhalefet başlıyor ‘vatana
ihanet’ diye... Çekiniyor, duruyorsunuz.”
Kıbrıs’tan örnek verdi İlter Türkmen. 2003-2004’de,
Güney Kıbrıs’ın tek başına
Avrupa Birliği’ne katılmasına yol açan (ve
Annan Planı çerçevesinde doğmuş olan) büyük fırsatın nasıl heba edildiğine işaret etti.
1993’de
Ermenistan’la sınırların kapatılmasıyla ilgili kararın altında yatan hataya da değindi.
Bu liste uzatılabilir.
Türkiye’nin halen AB ile ilişkilerini düğümleyen limanlar sorunu; yani
Güney Kıbrıs’a Türkiye limanlarının kapalı tutulması...
Yine Türkiye’nin hem ABD hem AB ile ilişkilerini zorlamaya devam eden Heybeliada
Ruhban Okulu’nun yıllardır açılmaması...
Ya da örneğin Türkiye’nin yakasını askeri
darbe anayasalarından kurtarıp birinci
sınıf demokrasi ve hukuk devleti rayına oturmasını sağlayacak bir ‘anayasa
reformu’nun bir türlü gerçekleşmemiş olması...
Yıllardır kapımızda bekliyor bu sorunlar.
Çözemiyoruz.
Kürt sorunundan Ermeni meselesine, Kıbrıs’tan anayasa reformuna kadar Türkiye’yi barış, demokrasi ve
refah rayına oturtacak bazı yaşamsal adımlar bir türlü atılamıyor.
Çünkü siyaset sınıfı risk almıyor.
Çünkü yürekli davranılmıyor.
Dün de böyleydi, bugün de.
İktidarla muhalefetin zıtlaşması, birinin ak dediğine öbürünün kara demesi, Türkiye’nin önünü tıkamaya devam ediyor.
Ne yazık ki öyle.
Yoksa alınyazımız böyle mi?