“HADİ PAŞAM, DAHA NE BEKLİYORSUNUZ?”
Ben ne zaman medyanın günahlarıyla ilgili bir şeyler yazsam, sevgili
Umur Talu da, adımı vermeden de olsa, benim günahlarıma ilişkin birkaç hatırlatma yapmadan edemez.
Bazıları haklıdır, bazıları haksız.
Hem bu mesleğin içinde kırk küsur yıldır çalış, hem de hiç ‘günah’ın olmasın.
Mümkün değildir bu.
Ama benim bir farklılığım var. Ben kendi sicilimdeki kırık notları bugüne kadar herhangi bir rahatsızlık hissetmeden ya da komplekse kapılmadan yazdım.
‘İtiraflar’ım kitaplarımda da, yazılarımda da olanca açıklığıyla mevcuttur.
Bu yüzden içim rahat.
Böyle olduğu için de medya ve günahları konusuna arada bir eğilebiliyorum.
Peki, yeterli mi bu kadarı?..
Hayır, daha fazlası lazım.
Medyanın günahları ne kadar çok sergilenirse, medya kendi günahlarıyla ne kadar çok yüzleşirse, o kadar iyi olur
demokrasi adına, hukuk adına...
Bir başka deyişle:
Medya ne kadar adam olursa, demokrasi de o kadar adam olur, bu memlekette diye düşünüyorum uzun yıllardır.
Genel olarak iyimserim.
İnternet gazeteciliğinin de gittikçe gücünü göstermesiyle birlikte, medya kendine daha çok çekidüzen vermeye yöneldi.
Çünkü artık hiçbir şey gizli kalamıyor. Emirle düzene sokulamayacak kadar çeşitlendi medya düzeni. Ayrıca demokratik bilinç düzeyi de yükselmeye başladı.
Bu açıdan elimin altında iki ciltten oluşan yeni çıkmış bir kitap var. Alper Görmüş’ün, “Büyük Medyada ERGENEKON HABERCİLİĞİ.” (Etkileşim Yayınları).
Bu güzel kitabın sayfaları arasında dolaşırken, ‘medyanın günahları’nın da olanca çıplaklığıyla sahne aldığını fark ettim.
Medya-
siyaset, medya-asker, medya-
darbe ilişkilerini bir kez daha düşündüm.
Özellikle, eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı
emekli Oramiral Özden Örnek’e ait ‘darbe günlükleri’nin daha üç dört yıl önce medyamızda nasıl saklanmak istendiği gözümün önünden geçti.
Türkiye’nin 2000’li yılların başında ne kadar ciddi bir darbe tehlikesi atlattığını çırılçıplak sergileyen ve askerle medya ilişkisinin iç içeliğini ilginç ayrıntılarıyla anlatan bu günlüğün üstüne büyük medyada şal örtülmek istenmişti.
Bu bakımdan öylesine talihsiz, kötü örnekler verilmiştir ki, bizim mesleğin özü olan habercilik, gazeteciliğin abc’si olan ilkeler büyük darbeler yemiştir.
Alper’in kitabı bunları anlatıyor.
Hep söylüyorum.
Gazeteciliğe öncelikle gazeteci milleti sahip çıkmalı.
Başka çare yok!
Bu
ülke, “Hadi Paşam, daha ne bekliyorsunuz?” diyen gazetecilikten çok çekti, hem de çok...
Askeri darbeleri kışkırtan, destekleyen, asker muhtıralarına
selam duran, asker-siyaset ilişkisini
doğal karşılayan bir medyayla bu ülkede demokrasinin, hukukun kolu kanadı kırıldı.
Çok acılar yaşandı.
Gerçekler saklandı.
Ama bugün artık bunları öğrenmeye başlıyoruz. Askerin dezenformasyon makinesi gibi çalışmayı gazetecilik sananların foyası gün geçtikçe ortaya çıkıyor.
Gerçeklerin üstüne şal örtmek her geçen gün imkânsızlaşıyor.
Maskeler düşüyor!
Gizlenmek artık mümkün değil.
Medyanın demokrasi ayıpları yazılıyor çiziliyor çünkü...
Günahlar saklanamaz hale geliyor.
Hepimiz kendi günahlarımızla hesaplaşacağız, kendi geçmişimizle yüzleşeceğiz.
Başka çaremiz yok.
Ve medya adam oldukça, demokrasi de adam olacak.
İyi pazarlar!