Bu yazıyı okurken, biraz da bizim
siyaseti düşünün. Bu yazıyı okurken, biraz da Baykal’ın CHP’si aklınıza gelsin.
Bu yazıyı okurken, biraz da
Türkiye’deki partiler düzeninde bin yıldır geçerli ‘lider sultası’nı gözünüzün önünden şöyle bir geçirin.
Bu yazıyı okurken, biraz da parti içi
demokrasi konusunun istikrar açısından önemini anlamaya çalışın.
Yazım,
İngiliz siyasetiyle ilgili.
Britanya’da 1979 yılından 1997’ye kadar Margaret Thatcher’in Muhafazakar Partisi 18 yıl boyunca
iktidarda kaldı.
İşçi Partisi ise bu kadar yıl muhalefete talim etti. Her
seçim yenilgisinden sonra liderini değiştirdi ama seçim kazanamadı.
1997’ye gelindiğinde, İşçi Partisi’nde
Tony Blair sahneye çıktı.
43 yaşındaydı.
Değişim diye sahneye çıktı.
Yeni sol diye sahneye çıktı.
‘Eskiye karşı yeni’ diye sahneye çıktı.
Hem partisini hem
ülkesini değiştirmek için 43 yaşında partisinin başına geçti.
Kısa sürede öylesine bir umut ve iktidar dalgası yarattı ki, İşçi Partisi tarihinin en parlak seçim zaferini kazandı. Ve Blair’in partisi tam 13 yıl boyunca ülke siyasetine damgasını vurdu.
Ancak, Blair üç yıl önce yıpranmakta olduğunu da görünce kendiliğinden
istifa etti, kenara çekildi.
Henüz 53 yaşındaydı.
Yerini, partisindeki ikinci adama, on yıldır
Hazine Bakanlığı koltuğunda oturmakta olan
Gordon Brown’a bıraktı.
Başbakan Brown da siyaset için
genç sayılırdı, daha 50’li yaşların başındaydı. Ama başarılı olamadı. Bunda hiç kuşkusuz Blair’in 10 yıllık mirasındaki yıpranma payı da rol oynadı.
Brown’ın İşçi Partisi 5 Mayıs’ta yapılan genel seçimleri kaybetti.
İkinci parti oldu.
Bu arada Muhafazakarlar da mutlak çoğunluğu elde edemedi. Birinci parti olarak, Liberaller’le
koalisyon halinde iktidar olabileceklerdi.
Ama Brown fazla beklemedi.
İşçi Partisi genel başkanlığından istifa edeceğini açıkladı.
Oysa, 60 yaşında bile değildi.
Liderlik koltuğuna daha üç yıl önce oturmuştu.
Ayrıca, İşçi Partisi’nin gerilemesinde Tony Blair’in özellikle
Irak Savaşı’yla yol açtığı yıpranma payı da vardı.
Şimdi bunlara bakıp, Brown seçim yenilgisine rağmen çamura yatabilir ve genel başkanlıktan istifa etmeyebilir diye bir cümle kurulabilir mi?
I-ıh.
İngiliz demokrasisi ve siyasetinin yazılı olmayan kuralları buna izin vermiyor. Yalnız Britanya’da değil
Avrupa demokrasilerinde de, örneğin komşumuz Yunanistan’da da seçimi kaybeden siyasal lider fazla beklemeden partideki koltuğunu yeni olana bırakıyor.
Neden?..
Neden onlarda bu mekanizma işliyor?..
Çünkü, bu ülkelerin siyasal partiler düzeninde lider sultası yok, parti içi demokrasi var.
Nedir lider sultası?
“Bugün bizim partilerimize hakim olan lider sultasının nedenini en iyi açıklayan kuşku yok ki, Amerikalı tanınmış siyaset bilimci Elmer Eric Schattschneider’in genellemesi:
‘Adayları belirleme yetkisi kimdeyse, partinin sahibi de odur.’
Liderlerin partiye sahip olmasını önlemenin, parti-içi demokrasiyi güçlendirmenin bilinen başlıca yolu ise, milletvekilleri başta olmak üzere bütün adayların, tüm parti üyelerinin katılacağı önseçimler yoluyla belirlenmesi.
Eğer Türkiye’deki lider sultası bu yolla kırılacaksa, Siyasi Partiler Kanunu’nun önseçimi zorunlu hale getirmesi gerekir.
Lider sultasını kırmanın ve parti-içi demokrasiyi güçlendirmenin başka bir yolu da, milletvekillerinin seçmenlerine
hesap vermelerini sağlayan türde bir seçim
sisteminin benimsenmesi.
Sadece bir adayın seçildiği çift-turlu çoğunluk sisteminin, sadece parti-içi demokrasiyi güçlendirmekle kalmayıp, ‘yönetimde istikrar ve temsilde
adalet’ idealine en yakın gelen sonuçları verdiği muhakkak.
Türkiye gibi etnik, dinsel, sınıfsal yapısı itibarıyla heterojen (türdeş-olmayan) toplumlar açısından, bunun özellikle
tercih edilmesi gereken sistem olduğu konusunda bir tereddüdüm yok.” (*)
Uzun lafın kısası:
Lider sultasından kurtulmadan, parti içi demokrasiyi işletmeden, bu ülkede istikrar arayışları son bulmaz.