Askerin
demokrasilerde konuşacağı platformlar elbette vardır.
Bizde de vardır.
Örneğin MGK...
Ama Milli
Güvenlik Kurulu da, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'la haftalık olağan görüşmeler de bizim askeri kesmez.
Daha çok konuşurlar.
Bunun için fırsat yaratırlar. Özellikle 30 Ağustos'lar bu bakımdan ideal sayılır.
Ben de bizim çok konuşan askerimizi genellikle demokrasiden örneklerle eleştiririm.
Yıllardır öyle.
Kim bilir kaç yazı yazdım.
Onlar konuşur, ben yazarım.
Ama değişen bir şey olmaz.
Asker, memleketin hemen her meselesinde konuşmayı kendisinde hak görür;
akıl verir;
siyasetçiye yol yordam gösterir.
Siyasetçi de ses seda çıkarmaz.
Asker kendinde gördüğü ya da kendine vehmettiği 'kurtarıcılık misyonu'ndan bin yıldır kendini kurtaramadığı için konuşur, yetmezse
muhtıra verir, yetmezse müdahale eder,
darbe yapar.
Sivil de sineye çeker.
Asker konuşur ama kendisi hakkında konuşulmasından da hoşlanmaz.
Bu noktaya, Ahmet İnsel'le
Ali Bayramoğlu'nun bir kitabında şöyle değinilir:
"Son kırk yılda olduğu gibi, ordu
toplum hakkında giderek yüksek sesle konuşsa, ordu mensupları toplumun hemen her sorunuyla ilgili görüşlerini dile getirme yetkisini kendilerinde bulsalar da, bu durumun tersi söz konusu olduğunda akan sular durur.
Toplumun üyeleri veya siyasal temsilcileri, benzer bir yukarıdan sesle, hatta çok daha pes sesli bir ifadeyle,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tasarruflarını sorguladıklarında, ordunun kurumsal olarak ilk refleksi bu girişimde 'tahkir ve tezyif' unsurları aramaktır.
Bu tehdidin yeterli veya mümkün olmadığı yerde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
psikolojik harekât stratejisinin uygulayıcıları doğrudan veya dolaylı olarak devreye girerler.
Türk Silahlı Kuvvetleri, diğer
ülke ordularına göre fazla konuşan, ama kendisi hakkında konuşulmasından da bir o kadar rahatsız olan bir kurumdur.
Demokrasilerde genel olarak ordudan siyasal ve toplumsal konularda dilsiz olması istenir.
Türkiye'deki gibi otoriter demokrasilerde ise asıl istenen, toplumun ordu konusunda ya dilsiz olması ya da konuştuğunda övücü sesler dışında bir şey söylememesidir."(*)
Ayrıntıya girmek istemiyorum.
Ama yukarıdaki satırlarda gerçek payı büyüktür.
Evet, asker bizde çok konuşur.
Fakat kendisi hakkında konuşulmasından pek hoşlanmaz.
Bir 30 Ağustos'u daha idrak etmiş bulunuyor Türkiye.
Orgeneral Yaşar Büyükanıt gitti, Orgeneral
İlker Başbuğ geldi Genel
kurmay Başkanlığı'na...
Hayırlı olsun.
Acaba ne değişecek?
Sivil-asker ilişkileri demokrasilerdeki olağan yerine Türkiye'de de oturabilecek mi?
Bunun için
sivil siyasal güçler gerekeni yapabilecek mi? Yoksa siyaset kurumuyla toplumun bazı odaklarındaki 'kışlaya dönüp bakma alışkanlığı' devam edip gidecek mi?
Bilemiyorum.
Fazla umutlu değilim.
Zaman alacak bu iş.
Tatilde, Amerikalı siyaset bilimci Steven Cook'un Türkiye,
Mısır ve
Cezayir ordularını modernleşme ve demokrasi açısından karşılaştıran son kitabını okudum.
Bir yerinde şöyle diyordu:
"Türkiye'yi alacak olursak, orduyu siyasetten ayırmak, 2002'de başlayan ve 2004'e gelindiğinde
Milli Güvenlik Kurulu'nda önemli değişikliklere yol açan Kemalist reformasyonu derinleştirmek anlamına gelir.
Ancak Türkiye'deki 'asker sorunu'nu tamamen çözüme ulaştırmak için aşağıda sıralanan kurumsal yeniliklerin yapılması gereklidir:
(1)
Genelkurmay'ı, kişinin hangi partiden olduğuna bakmadan sivil bir
savunma bakanına tabi kılmak.
(2) Devlet Konseyi ve yargının öteki bölümlerini, Yüksek Askeri Şûra'yı geçersiz kılabilecek otoriteyle donatmak.
(3)
Ordunun siyasete müdahalesinin gerekçesi olarak kullanılan Silahlı Kuvvetler'in İç Hizmet Kanunu'nu gözden geçirmek.
(4) Askeri akademiler ve kurmay okullarındaki müfredatı, siyasette sivil iktidarın üstünlüğünü vurgulayacak biçimde değiştirmek." (**)
Uzun lafın kısası:
Asker sorunu...
Çözülebilecek mi?..
İyi pazarlar!
-------------
* Derleyenler: Ahmet İnsel-Ali Bayramoğlu; Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye'de Ordu; Birikim Yayınları, 2004, s. 9
** Steven A. Cook, Yönetmeden Hükmeden Ordular, Türkiye-Mısır-Cezayir, hayykitap,
Nisan 2008, s. 325-326.