Kılıçdaroğlu’na bazı sorular...


Radikal’de İsmet Berkan’ın dünkü yazısı düşündürücüydü. Özellikle şu satırları: “27 Mayıs olmasaydı, idamlar olmasaydı, 1965 seçimini yüzde 50’den fazla oy alarak kazanan Demirel, Başbakanlık’taki makam odasında Menderes’in hayaletini görür müydü? Göreve böyle bir travmayla mı başlardı? O ve ondan sonra gelen pek çok başbakan (bugünkü dahil) durup durup ‘Siyasetçinin iki gömleği olur, biri bayramlık biri idamlık’ lafını tekrar ederler miydi? 27 Mayıs travması bugün bile yaşayan bir travmadır, 27 Mayıs’tan sonra doğanları bile etkisi altına alacak kadar güçlü bir travmadır. Askeri darbeler ve askerin siyasette aktif rol alması, gündelik siyasi konular dahil her konuya karışmaya kendinde hak görmesi, 27 Mayıs’ın bir geleneğidir ve bugün de bitmiş değildir.” İsmet Berkan haklı. Siyasal bir faktör olarak asker bugün de sahnedeki yerini koruyor. Acaba bu konuda Kemal Kılıçdaroğlu ne düşünüyor? Bu açıdan, Fikret Bila’yla Murat Yetkin’in Milliyet ve Radikal’de dün çıkan Kılıçdaroğlu konuşmaları bu açıdan ilginçti. CHP’nin yeni Genel Başkanı, “27 Mayıs’ı yapanlar bugün utanıyor, darbeler asla savunulamaz” diyor. Genel başkanlık koltuğuna Baykal sonrası daha yeni oturmuş bir siyasetçinin, özellikle 27 Mayıs ve darbeler konusunda bu kadar net konuşması bence olumlu bir gelişme. Ben olsam, bu sözleri üzerine Kılıçdaroğlu’na iki soru daha yöneltirdim. Biri, 28 Şubat’la ilgili. Diğeri de 27 Nisan’la. Çünkü her ikisi de, yarım yüzyıl önceki ‘27 Mayıs geleneği’nin bugün de devam ettiğini gösteriyordu. Ve Baykal’ın CHP’si ne yazık ki ikisinin de yanında yer almıştı. Hatta 28 Şubat post-modern darbesinde daha da ileri gidip, ordunun ‘bir sivil toplum kuruluşu gibi” hareket ettiğini öne sürebilmişti Baykal. Bunun gibi, TBMM’nin iradesine ağır bir darbe olan 27 Nisan Muhtırası’na da Baykal ve sözcüleri neredeyse selam çakmışlardı. Sorum şu olurdu Kılıçdaroğlu’na: “27 Mayıs’ı yapanlar bugün utanıyor, darbeler asla savunulamaz diyorsunuz. Peki, Baykal ve yönetiminin 28 Şubat ve 27 Nisan’a ilişkin tutumu konusunda ne düşünüyorsunuz?” Kılıçdaroğlu’nun şu sözünü de not ettim: “Darbe hep CHP iktidara yakınken yapıldı, ama fatura CHP’ye çıkarıldı.” 27 Mayıs’ta böyle mi oldu? Evet, CHP’nin oyları 1960’a gelirken yükseliyordu. Ama CHP ne yaptı? Askerin kışladan çıkmasına karşı durmadı. Tersine basınla, üniversiteyle, yüksek yargıyla birlik olup 27 Mayıs’a giden yolu açtı. “27 Mayıs’ı yapanlar bugün utanıyor” diyen Kılıçdaroğlu’a şu soruyu da sormak isterdim: “Bu utancın, bu demokrasi ayıbının bir parçası da CHP’ye aittir. CHP’nin kendi geçmişine dönüp bir özeleştiri yapması, bu ülkede demokrasi kültürüne önemli bir katkı olmaz mıydı?” Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında bugün askerin konumuyla ilgili bazı noktalar da var. Askerin hesap vermesi, şeffaf olması, harcamalarının denetlenmesi, sivil ve asker diye iki başlı yargının sona ermesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin kaldırılması... Asker ‘sivil otorite’ye bağlı olacaksa, Kılıçdaroğlu’nun önemsediği bu adımların Türkiye’de bir an önce atılması gerekiyor. Bunun için üçüncü sorum şu olurdu: “Demokrasi, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, insan hakları ve medya özgürlüğü konularında ortak payda olmalı diyorsunuz. Tamamen katılıyorum. Acaba Ak Parti’ye böyle bir somut çağrı yapmayı düşünür müsünüz?” Ergenekon konusuna gelince... Baykal, ‘Ergenekon avukatlığı’na açıkça soyunmuştu. Oysa Ergenekon’u savunmak bence ne sosyal demokratlıkla, ne de demokratlıkla bağdaşır. Ergenekon davasıyla birlikte ilk kez ‘27 Mayıs geleneği’nin ürünü olan darbecilik ve cuntacılık ilk kez yargı sahnesine çıkmış durumda. Ergenekon davasının, Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi eleştirilecek yanları elbette var. Ama eğer özü gözardı edilirse, bugün bile 27 Mayıs darbesinden utanç duymayanların, 27 Mayıs geleneğini sürdürmek isteyenlerin eli güçlenir! Kılıçdaroğlu’nun Ergenekon’a ilişkin söylemi, Baykal’a göre daha dikkatli, daha ölçülü... Bu arada, “Şu anda bizi bir askeri vesayet değil, sivil dikta anlayışı ürkütüyor bizi” diye konuşmuş... Kılıçdaroğlu’nun bu değerlendirmesine katılmıyorum. Başbakan Erdoğan’daki otoriter eğilimlerin, bunların günlük siyasete yansımalarının ve medyanın üzerinde büyüyen gölgesinin elbette eleştirilmesi lazım. Ama bunları sivil dikta diye tarif etmek, gerçeği zorlamak oluyor diye düşünüyorum. Bu çerçevede kendisine şunu da sorabilirdim: “27 Mayıs’ı utanç verici bulmanız yerinde bir tespit. Ama bu gelenek geçmişte kalmadı. 2000’lerin başından itibaren Balyoz’la, Sarıkız’la da devam etti, 27 Nisan Muhtırası ve Ergenekon’la da buluştu. Hatta 2009 yılı mart ve insan aylarında Generkurmay’dan çıkan Kod Adı Kafes ve Ak Parti’yle Gülen Hareketi’ni bitirme planlarıyla da yine su yüzüne çıktı. Sizce bütün bunlar hayal ürünü mü? Erdoğan’ın muhalefeti sindirmek için uygulamaya koyduğu senaryolar mı? Kısacası, 27 Mayıs ayıbına damgasını vurmuş olan askeri vesayet ya da bürokratik oligarşi konusunda ne düşünüyorsunuz?” Son sorum da şu olurdu: “Üniversitelerde türban yasağı kalksın mı, kalkmasın mı?”
<< Önceki Haber Kılıçdaroğlu’na bazı sorular... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER