Televizyon ekranına ç
akılmış,
Japonya’daki 8.9’luk
depremin, ‘tsunami’nin yarattığı korkunç görüntüleri dehşet içinde izliyorum.
İçim acıyla doluyor.
Hüzünle, korkuyla doluyor.
Gerçekten dehşet verici.
Okyanustan kopan dev dalgalar kıyıya ulaştığında hiçbir şey önlerinde duramıyor. Ne varsa sürükleyip, yutup götürüyor tsunami.
Evler, fabrikalar, arabalar, gemiler, tırlar, motorlar... Hepsi kartondan oyuncaklar gibi sürüklenip gidiyor büyük bir hızla.
Ne büyük bir çaresizlik!
Ya insanlar?..
Doğayla bazen baş edemiyorsun.
Çaresizlik, acz içinde olma duygusu gerçekten ürkütücü...
Bazen elinden bir şey gelmiyor, gelemiyor
doğa karşısında,
doğal afetler karşısında.
Dehşetle izliyorum görüntüleri.
Okyanustan kabarıp jet hızıyla kıyıya vuran dev dalgalar önünde hiçbir engel tanımıyor, önünde ne var ne yok yıkıyor, yutuyor.
Akıl alır gibi değil.
Ne korkunç bir
yıkım bu!
Japonya tarihinin en büyük depremi... Artçı depremler nereleri vurabilir?
Tsunami daha nereleri vurabilir?
1999 yılı
Ağustos ayını anımsıyorum, bizim o korkunç depremimizi...
İzmit’te, Adapazarı’nda, Yalova’da, Çınarcık’ta, Avcılar’da o sıcak deprem günlerinde dolaşırken gördüklerim, dinlediklerim yüreğimi paramparça etmişti.
“Hayatla
cehennem arasında eğer ipince bir çizgi varsa, işte o çizgi şaşmış” diye başlamıştım bir yazıma.
Devamı şöyleydi:
“Hayatla cehennem arasındaki o ipince çizgi Adapazarı’nda, Yalova’da, Çınarcık’ta, İzmit’te şaşmış... Yaşanan acıları gördükçe, dinledikçe allak bullak oldum.
Gecenin zifiri karanlığında yerin yüz kat dibinden uğultularla gelen o dalga insanlarımıza öylesine vurmuş ki sözcüklerle anlatmak olanaksız.
Bir depremzedenin deyişiyle:
‘Tarif edilir acılar değil bunlar! İçimiz tükendi. Nasıl unuturuz bir daha bütün bu yaşadıklarımızı?..’
Acılı insanların çığlığına herkes
kulak vermeli! Hem devletin hem
toplumun bu sesi duyması, yaşanan kıyametten gerekli
dersleri çıkarması lazım.
Bundan ders çıkarmak demek devletin kendini yeni baştan örgütlemesi, bir devlet reformunun hayata geçirilmesi demek...
Bu kıyametten ders çıkarmak demek, insanların kendi kendilerine sahip çıkmaları demek. Her şeyi devlet babadan beklemenin ne kadar yanlış olduğunu artık fark etmek demek.
Devletten ayrı olarak,
gönüllü olarak,
sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmesi demek...
Doğal afetlere karşı kendi sivil
savunma örgütlenmesini bir yandan oluşturmak, ama aynı zamanda yerel yönetimleri bu açıdan yola getirmek demek...
Yaşanan kıyametten ders çıkarmak demek, devlet-belediye-müteahhit üçgenindeki avanta ilişkilerini, adamsendeciliği ortadan kaldırmak için örgütlenmek demek...”
Aradan on küsur yıl geçmiş.
Gerekli dersleri çıkarabildik mi?..
Ne kadar hazırlıklıyız?
Televizyon karşısında, Japonya’dan gelen o korkunç görüntüleri içim parçalanarak dehşet içinde izlerken, bu soruları ve İstanbul’u düşünüyorum.
O korkunç 1999 Ağustos
Depremi’nden gerekli dersleri çıkarabildik mi?
Hazırlıklı hale gelebildik mi?
Ya da ne kadar hazırlıklıyız?
Yoksa yalnız laf mı öğüttük?
‘Hayatla cehennem arasındaki o çizgi’nin bir kez daha şaşma ihtimali var mı, örneğin İstanbul’da?..
Allah korusun!