İspanya tarihinde büyük acılar yaşamış, 1930’lardaki korkunç İç
Savaş sonrasında kırk yıl ‘Franko faşizmi’yle yönetilmiş bir
ülke.
Franko’nun 1975’deki ölümüyle adım adım
demokrasiye geçildi bu ülkede. Sosyalistler’in 1980’lerdeki iktidarıyla birlikte İspanya’nın
demokratikleşme ve
Avrupa Birliği üyeliği eşzamanlı olarak gerçekleşti.
Özellikle 1980’li yılların ortasından başlayarak İspanya’nın bu deneyimini bir kaç kez Madrid’e de giderek, Sosyalistler’le görüşerek hem
gazete yazılarımda, hem kitaplarımda yazdım.
Çünkü gerek
İspanyol demokrasisinin gelişiminden, gerekse bu ülkede
sivil-asker ilişkilerinin
yerli yerine oturmasından
Türkiye siyasetinin öğreneceği çok şey ve çıkartacağı çok
ders vardı.
Ne kadar öğrendik, ne kadar ders çıkardık bilemiyorum.
Ama bu konu hâlâ güncel.
Bu güncelliği ya da Türkiye’nin demokratikleşmede İspanya’dan alacağı dersler konusunu, Javier Solana’nın
Washington’da
merhum Sakıp
Sabancı’nın anısına her yıl Brookings Enstitüsü’nde düzenlenen toplantıdaki konuşmasını okuyunca yine düşündüm.
Solana, derinliği olan bir siyaset adamıdır. İspanyol Sosyalistleri’nin en önde gelenlerinden biri olarak İspanya’nın demokrasiye geçiş döneminde sorumluluklar üstlenmiştir.
Dışişleri Bakanlığı yapmış, AB’de dış ilişkilerde bir numara olmuş ve NATO Genel Sekreterliği koltuğunda oturmuştur.
Javier Solana’nın Washington konuşmasının bir bölümü şöyle:
“Benim kitabımın adı ‘Geleceğin Düşmanları.’ Biz İspanya’da 1970’li yılların ikinci yarısında, Franko faşizmi sonrası ülkeyi demokrasiye geçirmeye çalışırken bir beyaz sayfa açmak istedik. Geçmiş döneme ilişkin bir af çıkardık.
Bu kolay değildi.
Benim ailem dahil hepimizin ailesinde, İç Savaş döneminde kişisel acılar yaşanmış, insanlar ölmüş öldürülmüş, işkenceler yapılmış, sürgünlerde yaşanmıştı.
Ama yine de bunu yaptık.
Geçmişi silmeyi
tercih ettik.
Ama unutmayın, geçmişin düşmanlıklarında yaşamayı tercih eden, bugünü zehirleyen geleceğin düşmanları hep vardır, hep olacaktır.
Bana gör
e devlet adamı, geleceğin düşmanı değil, ülkesini geleceğe taşımayı isteyen insanlardan çıkar. Geleceği bugüne taşır,
ümit verir.”
Beyaz sayfa açmak...
Geçmişi didiklememek...
Acıların üstünü örtmek...
1980’li yılları anımsıyorum. Madrid’de dikkatimi çekmişti. Ülkede İç Savaş konusu tabu gibiydi, konuşulmuyordu, sanki yaşanmamıştı.
Bunun nedenini bana o tarihlerde Eğitim Bakanı ve Sosyalist Parti’nin ideologu olan Marawall şöyle izah etmişti:
“Evet, İç Savaş
tartışma dışı. Çünkü bunlar öylesine acılar ki, herkesin arka bahçesindeki mezarlarda yaşamaya devam ediyorlar. Onları kazamayız, daha zaman geçmesi lazım.”
Javier Solana, sanıyorum bu bağlamda, “Geçmişi silmeyi tercih ettik” demişti Washington’daki
Sakıp Sabancı konuşmasında...
İspanya’da İç Savaş kurcalanmadı.
Geçmiş fazla didiklenmedi.
Ama bu demek değildi ki, ‘Franko faşizmi’nin kurumsal yapıları, yasaları ve zihniyeti tarihin çöp tenekesine atılmadı.
Tam tersine...
İspanya,
Avrupa Birliği standartlarının demokrasi ve hukuk açısından gerektirdiği tüm reformları yaptı.
Katalanlar’ın, Basklar’ın ve diğerlerinin İspanya’nın birliği içindeki anadilde eğitim dahil bütün yerel
yönetim taleplerini yerine getirdi.
Askeri okulların, askeri akademilerin ders kitaplarını demokrasiye uygun olarak yeniden yazdı.
Demokrasilerde askerin sivil otoriteye tabi olduğu gerçeğini tüm
kural ve kurumlarıyla yerleştirdi.
İspanya’da bunu yapanlar, geçmişin esiri olmadılar, geçmişe takılıp kalmadılar.
Ama geleceği bugüne taşıdılar.
Kısacası:
İspanyol reformcuları, özellikle Sosyalistler, ülkelerini geleceğe taşıyarak, hem demokrasiye hem AB’ye sokarak gerçek devlet adamı oldular.
İyi pazarlar!