Almanya’daki 2006 Dünya Kupası’nda bir şehirden öbürüne, bir stadyumdan diğerine ‘
futbol-kolik milleti’yle birlikte koşturduğum günlerdi.
Ve kulağımda hep Uruguaylı romancı Eduardo Galeano’nun sesi çınlardı:
“Ben basit, iyi bir futbol dilencisiyim. Dünyanın dört bir yanını dolaşıyor, stadyumlarda, ‘
Allah rızası için güzel bir maç!’ diye yalvarıyorum.”
İşte böyle günlerden birinde Kaiserslautern’de trenden inmiştim ki, istasyonun tam karşısındaki barın, gündelik Almancasıyla ‘kneipe’nin tepesine çekilmiş pankartı görünce fena halde gülmem tutmuştu:
“Futbol kaçıkları hoş geldiniz! Bu şehir sizleri seviyor.”
Hemen içeri girmiş, sarışın bir bira ve bir ‘korn’la susuzluğumu giderip maçın yapılacağı stadyumun yolunu öyle tutmuştum.
Bu kez
Johannesburg’da beni böylesine
sürprizler bekliyor mu bilemiyorum.
Ama doğrusu 25 Haziran’ı iple çekiyorum, “bekle beni
Güney Afrika 2010” diyerek...
Almanya 2006’yı baştan sona izlemiştim. 34 günde 33 yazı yazmış, 11 Alman şehri arasında mekik dokuyarak 21 şehirde tam 21 maç izlemiştim.
Niye mi?..
Ne bileyim, belki ben de o futbol kaçıklarından biriyim.
Ama bu kez bir aylığına değil, grup maçlarından sonra ikinci turdan itibaren gidiyorum Dünya Kupası’na.
Büyük sahne perdelerini
Cuma günü Johannesburg ve Cape Town’da açtı. ‘Güzel oyun’a gönül vermiş olanlar, artık bir ay boyunca futbolun tüm sürpriz ve cilveleriyle yatıp kalkacaklar.
Önceki günden itibaren ben de başladım.
Ama ilk iki maçtaki kelek futbol hoşuma gitmedi. Biliyorum açılış maçları genellikle tatsız tuzsuz olur, pek öyle keyif vermez. Oyuncuların
forma girmesi zaman alır.
İnşallah ikinci tura kadar havaya girilir, ben de dişe diş maçlara yetişirim.
Malûm, futbol topu yuvarlak ve kancıktır, hiç güven olmaz.
Kendisi de futbolculuktan, sanıyorum kalecilikten gelen
Fransız yazar ve düşünürü Albert Camus’nün şöyle bir sözü vardır:
“Ahlâka dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi.”
Bir başka deyişle:
Futbolun adaleti yoktur!
Güzelliği de belki buradan kaynaklanır, her türlü sürprize açık olduğu için...
Türkiye turnuvada yok, keşke olabilseydi. 2008
Avrupa şampiyonasında bize ne büyük duygu fırtınaları yaşatmıştı bizim milli topçularımız.
Ben hangi takımı tutuyorum?
Arjantin’i,
Maradona ve
Messi nedeniyle.
2010 Dünya Kupası’nın bu ikilinin ellerinde göğe yükselmesi sanki benim huzursuz ruhumu rahat ettirecekmiş gibi geliyor.
Geçen gün bir röportajında, futbolun mucize bücürü Messi şöyle diyordu:
“Son günlerde
rüyamda hep kendimi Maradona’yla birlikte kupayı kaldırırken görüyorum. Rüya bile olsa harika bir his...”
Arjantin olmazsa mı?
Sırada bu kez
İspanya var.
İniesta,
Xavi, Xabi Alonso, Fabregas’dan kurulu ve her türlü
savunma kilidini açabilecek sihirli ayaklara sahip o muhteşem orta sahasıyla, David
Villa ve Torres gibi müthiş golcüleriyle İspanya bu kez kupayı kaldırabilir.
Ama yüreğimin bir yanında saklı olan bir ihtimalden daha söz edebilirim:
Kara Afrika’dan bir takımın aradan sıyrılması, yükselişe geçmesi...
Keşke... Ne heyecanlı, ne güzel olurdu.
Futbol kaçıkları, futbol-kolik milleti, iyi ki futbol var, öyle değil mi?..
İyi seyirler, iyi pazarlar!