Kandil sonrası,
PKK ve
Kürt sorunuyla geçen günlerden sonra yeni haftaya yine siyasetle başlayacaktım.
“Oysa 12 Haziran’la ne güzel bir başlangıç yapmıştık!” diye bir başlık bile düşünmüştüm yazıma.
Sonra da sırasıyla:
BDP ile CHP’nin gösterdikleri tepkilerin altında yatan demokratik kaygıyı anlayışla karşıladığımı...
Ancak, BDP’nin
Meclis boykotu ile CHP’nin ‘
yemin boykotu’na katılmadığımı...
Siyasetin Meclis çatısı altında yapılması gerektiğini...
Tayyip Erdoğan’ın nedense kendi 2002 örneğini unuttuğunu...
Meseleye sorun çözücü bir soğukkanlılıkla değil, tam tersine tansiyonu yükselten hatalı bir söylemle yaklaştığını...
Erdoğan’ın hele o
pazar günkü ‘tükürdüklerini...’ diye başlayan tepkisinin ne talihsiz, ne büyük bir yanlış olduğunu...
İşte bütün bunları belirten, neredeyse tüm oyuncuları eleştiren uzunca bir yazıyla başlayacaktım yeni haftaya...
Ama olmadı.
Burası
Türkiye!
Normal bir yer değil ki.
Tam bir tımarhane!
Bugün herkes
futbol ve
şike konuşuyor. Bugün herkesin ağzında Aziz Yıldırım’ın
gözaltına alınması ve
Fenerbahçe’ye neler olabileceğine ilişkin sorular var.
Gazete günceli kovalar.
Ben de bunun dışında kalamayacağıma göre, bana da öncelikle günceli yorumlamak düşer.
Futbolu çok severim.
Çocukluğunda top peşinde koşarken iki kere kolunu, bir kere yediği bir tekmeyle bacağının iki kemiğini birden kıracak kadar eskiye giden düşkünlüğüm vardır futbola.
Hatta bir futbol fanatiği ve damardan bir
Galatasaraylı olarak
tarif edebilirim kendimi.
Lafı uzatmadan belirteyim:
Bir futbolsever olarak hayal kırıklığına uğramak istemiyorum.
Çünkü futbolu güzel oyun olarak bellemiş bir insanım.
Ve bu ‘güzel oyun’ benim hayatıma yıllardan beri
renk ve heyecan katar.
Zaman gelir ‘futbol geyiği’nden beslenirim.
Bu öylesine bir keyiftir.
Bu bakımdan örneğin benim için Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti hayatta kolay vazgeçilemeyecek renklerden biri sayılır.
Birkaç hafta önce Aziz Yıldırım’la aynı masada birbirimize takılarak bir gece boyu futbol geyiğinin keyfini çıkarmıştık.
Pazar sabahı gözaltı haberleri gelince o geceyi anımsadım ve içim burkuldu.
Şimdi ne diyebilirim ki.
Söyleyeceğim şudur:
Gerçek neyse aydınlansın!
Ama soruşturmanın bir an önce sonuçlanmasını diliyorum.
Yılan hikâyesine dönme ihtimalini düşünmek bile istemiyorum.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı’nı gözaltına alabilen bir soruşturmanın uzaması birçok açıdan olumsuz, sakıncalı sonuçlara yol açar çünkü...
Zarar eğer en azda tutulmak isteniyorsa, soruşturmayı hızlandırmak, ama aynı zamanda hukukun da gereğini yaparak kararlı davranmak gerekir.
Güzel oyun ne kadar güzel sorusu bugüne kadar bizim futbolumuzun da peşini hiç bırakmış değildir.
Ne yazık ki öyle.
‘Derin futbol kulisi’yle ilgilendiğiniz
vakit, kulağınıza bazen hiç de güzel olmayan şeyler çalınır.
‘Şike’dir.
‘Maç satın almak’tır.
‘Şaibe’dir.
Bunlara ilişkin iddialar pek öyle eksik olmaz, Türkiye’nin ‘derin futbol kulisi’nde...
‘Güzel oyun’un daha çok kirlenmesini önlemek için geçen nisan ayında
yasal bir
düzenleme yapıldı.
‘Şiddetle Düzensizliği Önleme Yasası’ adını taşıyan yeni yasa gerçekten önemli bir adım. Pazar sabahı başlatılan
operasyon da bu yasanın bir ürünü sayılabilir.
Ama yasal değişim yetmez.
Bir de kafasal değişim şart.
Ve zihniyet değişimi öyle kolay olmuyor, zaman,
sabır gerektiriyor.
Sporda eğitim ve kültür çıtasını yükseltmek...
Kulüp yönetimlerinin ‘ağalaşması’na değil, profesyonelleşmesine çalışmak...
Kulüplerle
mafya ilişkilerini kesmek...
Tribünleri sportmenleştirmek...
Kulüp yönetimlerini şeffaflaştırmak...
Kulüp yönetimlerini hukukla daha çok tanıştırmak...
Bütün bunları başarmak zorundayız, eğer futbolu gerçekten seviyorsak.
Futbolseverler şunu iyi bilsin:
Çok güç bir sürece girildi!
Ama belki bu bir fırsattır, ülkemizde futbolu güzel oyun deyişine layık hale getirmek için...