Türkiye,
Irak,
Suriye dışişleri
bakanları geçen gün Çırağan Oteli’nin terasından Boğaz’la Marmara’nın tarihi de içeren harikulade manzarasını seyrederken, Arap Ligi’nin Genel Sekreteri ve Mısır’ın eski
Dışişleri Bakanı
Amr Musa şöyle der:
“
İstanbul, Üçüncü Dünya’nın barış başkenti oluyor.”
Suriye’li Bakan ekler:
“Üçüncü Dünya’nın yerine
İslam âleminin barış başkenti diyelim İstanbul için...”
Irak’ın
Dışişleri Bakanı Hoşyar
Zebari ise biraz abartır:
“İstanbul tüm dünyanın barış başkenti olma yolunda...”
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu bunları duyduğu için mutlu. Çünkü Türkiye’nin tam olarak yapmak istediği de bu. Kendi etrafında barış ve istikrar içinde bir dünya oluşturmak...
Davutoğlu’nun son dönemdeki baş döndürücü diplomatik trafiği özellikle bölgesel barışı amaçlıyor.
Çırağan’ın bahçesinde dün sabah
Cengiz Çandar’la CNN Türk’te yaptığımız Tecrübe Konuşuyor programı için Davutoğlu’yla konuşurken, Türkiye’nin barışa ilişkin çabalarının önemini belli bir ‘vizyon’un içine oturtarak anlattı.
Vizyon konusu önemli.
Çünkü bu vizyonun içindeki birçok parça birbirini tamamlıyor, birbirini dışlamıyor.
İçte ve dıştaki barış çabaları, Türkiye’nin hem bölgeyle, hem Rusya’yla, hem de ABD ve AB ile ilişkilerini güçlendiriyor. Türkiye bu dengeleri akıllıca örerken, örneğin AB’ye sırtını kesinlikle dönmüyor.
Bir başka deyişle, Türkiye’nin eli her yerde güçleniyor.
Bir başka nokta şu:
Türkiye eğer barış meselesinde iç boyutu göz ardı ederse, yani kendi iç barışını gerçekleştirecek adımları atmazsa, Davutoğlu’nun doğru yoldaki gayretleri boşa gidebilir.
Davutoğlu bu gerçeğin farkında.
Dün sabahki canlı yayında kendisine ilk olarak, özetle şu soruyu sordum:
“Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından François Mitterrand’nın, ‘
Tarih bazen
ülkelerin paçasından çeker!’ diye bir sözü vardır.
Fransız devlet adamı, bunu özellikle hızlı değişim dönemleri için söylemiştir. Tarihin bugün Türkiye’nin de eteklerinden çektiği söylenebilir. Örneğin
Kürt meselesinde,
Ermeni meselesinde, hatta Kıbrıs’la ilgili olarak Rum meselesinde... Türkiye eğer kendi iç barışını kurmak istiyorsa, eteklerinden çeken bu sorunlardan kurtulması gerekir. Zaman içinde birbirini beslemiş olan bu sorunları çözüm rayına oturtan bir Türkiye’nin önü açılmaz mı?.. Ya da Türkiye bu dönemde Kürt
açılımı gibi, Ermeni açılımı gibi eşzamanlı politikalarla tarihiyle barışarak kendi ayağındaki prangalardan da kurtulmak mı istiyor?..”
Davutoğlu uzun konuştu.
Ama yanıtın özeti ‘evet’ti.
Atılan adımların kopuk kopuk olmadığını, bir ‘vizyon’un ürünü olduğunu belirtti. Barışa Kafkasya’dan Ortadoğu’ya, İran’dan Irak’a, Suriye’ye,
Filistin ve İsrail’e kadar tüm bölgenin ihtiyacının olduğunu söyledi.
Bu çerçevede Türkiye’nin yapıcı ve öncü bir rol oynarken, aynı zamanda kendi iç barışını da gözeten bir tavır sergilediğini belirtti.
Gayet iyimserdi, umutluydu.
Ermenistan’la sınırın açılmasından yakın ihtimal olarak söz etti. Suriye’yle vizenin karşılıklı olarak birkaç gün önce kaldırılmış olmasını önemine değinirken, bu konuda iki ülke liderleri Tayyip Erdoğan’la Beşar
Esad’ın kapalı kapılar arkasında sergiledikleri iradeyi de anlattı.
Vizenin önce harçtan başlayarak aşamalı olarak kaldırılması düşünülmüş. Toplantıda Erdoğan, niye tümden kaldırmıyoruz deyince, Esad’ın sesi yükselmiş:
“Azim!”
Esad,
Arapça ‘mükemmel’ diye tepki verince, dünden itibaren iki ülkenin vatandaşları serbestçe sınır geçişi yapmaya başlamışlar.
Ahmet Davutoğlu, böylesi adımların ülkeler arasında
ekonomik işbirliğini geliştirip barışın maddi altyapısını güçlendireceğini düşünürken çok haklıydı.
Tabii barış deyince, akla hemen Erdoğan hükümetinin başlattığı Kürt açılımı geliyor. Davutoğlu bu açıdan
Bağdat,
Tahran, Şam arasında mekik dokurken, Irak
Kürdistan Yönetimi’yle de yakın temas içinde.
Başka türlüsü de düşünülemez.
PKK’nın aşamalı olarak dağdan indirilmesi konusunda değişik senaryolar üzerinde
kuyumcu titizliğiyle çalışıldığı konusunda herhangi bir kuşku yok. Fakat, Davutoğlu da bu konuda Ankara’daki yetkililer gibi son derece ketum, ağzı son derece sıkı...
Bununla birlikte Ankara’yla
Erbil arasındaki trafiğin Kürt yönetimi eliyle Kandil’e doğru uzandığına dair işaretler de yok değil ki, bu da anlaşılır bir nokta...
Uzun lafın kısası:
Ahmet Davutoğlu’yla bir buçuk saati programda olmak üzere toplam iki saat sohbet etmiş olduk. Türkiye böylesine kritik bir dönemde iyi ki Davutoğlu gibi bir Dışişleri Bakanı’na sahip diyerek yazımı noktalıyorum.