Eski
Türkiye Komünist Partisi’nin, kısa adıyla TKP’nin son Genel Sekreteri Nabi Yağcı, Referans’daki köşesinde dün şöyle yazıyordu:
“1
Mayıs hangi inançta, hangi siyasi eğilimde olursa olsun
işçi sınıfının, tüm
emekçilerin, çalışanların enternasyonal, yani dünya çapında bayramıdır. Yalnızca solcuların veya sol eğilimli
sendika ve işçilerin bayramı değildir.
Fakat, bizde
1 Mayıs hep yasaklı olduğu ve 1 Mayıs’ı savunanlar yalnızca sol
siyasetler olduğu için, sanki 1 Mayıs yalnızca onlara özgü bir gün olarak görülmüş, gösterilmiştir.
Öyle ki, geçmişte her 1 Mayıs öncesinde komünist sayılan kişiler, sabıkalıları toplar gibi sorgusuz sualsiz polisçe gözaltına alınır, iki gün sonra da hiçbir şey olmamış gibi salıverilirlerdi.
Hatta bu
uygulama o denli alışılagelmiş, rutin bir uygulama haline gelmişti ki, bu kişiler ‘Nasılsa alınac
ağız’ diye her 1 Mayıs öncesinde valizlerini, çıkınlarını hazırlayıp hazır beklerlerdi.
Eğer o tarihlerde Batı
tipi liberaller, demokratlar bizde de olabilseydi ve onlar da 1 Mayıs’a sahip çıkabilmiş olsalardı, 1 Mayıs bu denli gerilimli bir tarihe ve imaja sahip olmazdı.”
Katılıyorum bu satırlara.
Türkiye gerçeği böyle.
Bunca yıl geçti, daha hâlâ 1 Mayıs’lar normale ermiş değil. Bu ülkede daha hâlâ tedirginlik ve korku kaynağı olabiliyor
1 Mayıs İşçi Bayramı.
Ne yazık!
Hükümet bir yandan 1 Mayıs’ı tarihimizde resmen ilk kez “Emek ve Dayanışma Günü” ilan ediyor.
Ama öte yandan
Başbakan Erdoğan, 1 Mayıs’ı
Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen işçileri
hedef alarak, tam bir pervasızlık içinde, “Ayakların başları yönettiği bir yerde
kıyamet kopar!” diyebiliyor.
Bir başka deyişle, işçilere dönük ayaktakımı nitelemesiyle “feci bir siyaset kusuru” (deyim
Cengiz Çandar’dan) işliyor Başbakan...
Bu arada hükümetti, vilayetti hep birlikte, Taksim Alanı’nı 1 Mayıs’ta işçi örgütlerine kapatacağız derken, yeni bir
krizin kapısını elbirliğiyle aralıyorlar.
Olacak şey değil.
Partisi hakkında
kapatma davası açılmış ve siyaset yasağı kendi tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanan Erdoğan’ın, böyle bir dönemde hedef küçültmek yerine, bir de sendikalarla, işçilerle takışmasını siyaseten izah etmek öyle kolay değildir.
Buyrun, kriz yönetimi dersinden bir kırık not daha denebilir tabii...
Lâfa gelince...
Elbette çok şey söylenebilir.
Ağız
torba değil ki büzesin.
Sendika liderlerinin
Taksim Meydanı konusundaki inatlaşmasını bazı bakımlardan eleştirebilirsin. Bunun arkasında tatsız oyunlar olabileceğine ilişkin değerlendirmeler yapabilirsin.
Hepsi mümkün.
Ancak, Başbakan Erdoğan’la hükümetin bugüne kadar izlemiş olduğu 1 Mayıs ve Taksim çizgisi, şunu iyi bilin ki, her fırsattan yararlanarak Türkiye’yi karıştırmak ve istikrarsızlaştırmak isteyenlerin işine yaramıştır.
Demokrasiyle, emekle, işçiyle, 1 Mayıs’la zerre kadar ilgisi olmayan bazı odaklardan son günlerde yapılan “1 Mayıs’ta Taksim’e” çağrıları, hükümetin bu hatalı tutumundan cesaret almıştır.
Başbakan Erdoğan çok daha farklı bir yol izleyebilir, 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda barış içinde kutlanmasını sağlayabilirdi.
Yapamadı.
Dileriz bugün olay çıkmaz, provokasyonlara meydan verilmez ve 1 Mayıs barış içinde korkusuzca kutlanır.
Bu konuda, siyasal odaklara, idareye, güvenlik güçlerine ve sendika liderlerine, herkese büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
İşçilerin, emekçilerin, tüm çalışanların 1 Mayıs bayramını kutluyorum.
1 Mayıs’a şiddet ve kan bulaşmasın! Derin devlet,
Ergenekon, Gladio oyunlarına fırsat verilmesin!