Yargı Reformu konusundaki ilk yazımızda genel bir değerlendirme yapmış ve yargıda bir ‘zihniyet değişikliği’ gereğinden bahsederek; hâkimlerin ‘durumdan vazife çıkaramayacaklarını’ , tek görevlerinin pozitif hukuku tamamen tarafsız bir şekilde
uygulamaları olduğunu yazmıştık.
Türkiye’de yargıyı siyasallaştırarak oligarşik tahakkümlerine âlet edenler, yargı
reformu neticesinde ellerindeki bu silâhın alınacağını görünce,
iktidarın ‘
yandaş yargı’ oluşturmak istediğini dillerine doladılar.
CHP lideri Baykal’ın,
Cumhurbaşkanlığı makamına ‘son
kale’ dediğini bilenler bu iddiayı yadırgamamışlardır herhalde...
Darbe anayasalarını ve ‘yandaş’ cumhurbaşkanlarını (
Demirel, Sezer ) kullanarak
yüksek yargıyı siyasallaştıranların bu tepkisini çok iyi anlıyoruz. Bir
Anayasa Mahkemesi düşününüz ki, CHP tarafından açılan dâvalarda derhal
iptal kararı verebiliyor. Böylece, TBMM’den geçen bir
kanun ve hattâ anayasa tâdili, millet iradesini âdeta paçavraya çevirerek
azınlık iradesine göre sonuçlanıyor. Jüristokrasinin yaramaz çocuğu CHP’nin ve jakoben türevlerinin bu oligarşi oyununa set çekilmesini istememeleri kadar tabiî bir sonuç olabilir mi?...
***
Türkiye’de, özellikle ‘Darbeler Dönemi’nde yargının ‘bağımsızlığı’ ve ‘tarafsızlığı’ zedelenmiştir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının İktidar, Hükûmet, Baş
bakan ve
Adalet Bakanı tarafından değil; yargıyı siyasallaştırarak bir silâh olarak millî iradeye karşı kullanan CHP, ulusalcılar ve jakoben hukukçular tarafından
tecavüze uğradığıdır. Sadece
Ergenekon Dâvası’nı inceleyenler dahi, bu tecavüz ve müdahalenin boyutları hakkında fikir sahibi olabilirler. Kısaca Türkiye’de 1960 sonrası dönemde aslında yargı siyasete müdahale etmiş ve
darbeciler tarafından siyasallaştırılmıştır.
Adalet Bakanı ve
Müsteşarının
HSYK’da üye olarak bulunması, Türkiye’de yargı bağımsızlığı olmadığını iddia edenlerin yegâne delilidir. Halbuki bakan ve müsteşarın kurul üyeliği önemli bir tesir icra etmemekte; kurulun çoğunluğunu oluşturan üyeler bunlara rağmen karar verebilmektedirler. Nitekim
Şemdinli savcısının meslekten atılması konusunda böyle olmuştur.
Bize göre, daha önce olduğu gibi hâkimler ile savcılar yüksek kurullarının birbirinden ayrılması ve ‘
Hâkimler Yüksek
Kurulu’nda bakan ve müsteşarın bulunmaması düşünülebilir. ‘Savcılar Yüksek Kurulu’nda bakan ve müsteşar bulunabilecektir.
***
‘Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi’ konusunda HSYK’nın, geniş tabanlı temsil
esasına göre oluşturulması; yüksek yargı dışındaki hâkim ve savcıların temsili; sekreterya hizmetlerinin Kurul bünyesinde bulunması; hâkim ve savcıların denetimi ile
disiplin, inceleme ve
soruşturma işlerinin Kurul bünyesinde gerçekleştirilmesi; Kurulun müstakil binasının ve bağımsız bütçesinin bulunması önemli ve olumlu hedeflerdir. Ancak Türkiye Adalet Akademisi ile avukatların HSYK’da temsili doğru olmayacaktır.
‘Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği’nin bir meslek odası gibi teşkilâtlanması isabetli bir
tercih değildir. Bu uygulama, yargının itibarını düşürecek ve tarafsızlığını zedeleyecektir.
Yargı mensupları için
terfi sisteminin performans esasına dayanarak geliştirilmesi ise çok olumlu bir hedeftir. Bu arada, gereksiz yere dâva açan savcıların da durumu değerlendirilmelidir.
HSYK kararlarına karşı etkin bir başvuru yolu getirilmesi çok önemlidir. Anayasanın 159. maddesindeki çağdışı hüküm bu şekilde değiştirilmiş olacaktır.
***
Türkiye’de yargı bağımsızlığının en büyük engellerinden biri ‘
Askerî Yargı’dır. Reform Stratejisi’nde, -herhalde iyi saatte olsunların korkusuyla- bu engelin etrafında dolaşılmıştır. Askerî
mahkeme binalarının
yasak bölge dışına çıkartılması gibi
komik uygulamaların bu antidemokratik rejim meselesini ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Askerî Yargı’da, özellikle Askerî Yargıtay’da ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nde çok değerli hukukçuların bulunduğunu ve bağımsız karar vermek için çırpındıklarını biliyoruz. Lâkin Askerî Yargı eşyanın tabiatına aykırıdır. Hiyerarşiye, emir ve komutaya, askerî disipline dayanan silâhlı kuvvetlerde yargı erki bulunamaz. Silâhlı kuvvetlerde, savaş zamanında ‘dîvan-ı harp’, barış zamanında da disiplin kurulları olabilir. Bunun dışında bir yargı faaliyeti düşünülemez.
(Yarın bu konuya devam edeceğiz).
YÖK BAŞKANI’NA
Sayın Hocam, sizi YÖK Başkanı olarak atandığınızdan beri naçizâne destekliyorum. Gerçekten bu desteği lâyık oldunuz. Üniversitelerarası Kurul’daki
yiğit tavrınız, çağdışı
başörtüsü yasağı konusundaki demokratik tutumunuz ve son olarak meslek liseleri konusundaki uygulamanızla gönüllere taht kurdunuz.
Lâkin, şu ‘
Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’ konusundaki aceleci tutumunuzu doğru
bulmuyorum. Önce bir ‘Kürt
Araştırma Enstitüsü’nü, -kesinlikle Mardin’de değil-
İstanbul ve Ankara’da kurmalı ve herkesin üzerinde anlaştığı bir
Kürtçe geliştirmeliyiz. Basılı eser sayısı 500’ü bulmayan bir dilin edebiyatı olur mu?... ‘Mem u zin’den ibaret bir edebiyatın nesini 4 yıl okutup da ne için öğretmen yetiştireceksiniz?...
Bir de Sayın Hocam, bari siz olsun Kürtçüler gibi Kürt sayısını uydurma bir rakamla ikiye katlamayınız. Türkiye’de 13 milyon (nüfusun yaklaşık yüzde 20’si) Kürt olduğunu da nereden çıkarıyorsunuz?...
Teessüflerim ve saygılarımla.