Sevgili okuyucular, bu
pazar ‘
Çanakkale Zaferi’nden bahsedeceğiz ve özellikle savaşın sosyal cephesini anlatan hatıraları sizlerle paylaşacağız.
Şehitler Günü ve
Bayramı
Efendim, ‘18
Mart’, 96 yıl önce, Çanakkale’de yedi düvele karşı kazandığımız muhteşem zaferin günüdür. Bizim de
teklif ettiğimiz gibi, bugünün ‘Şehitler Günü’ olarak kutlanması fevkalade isabetli olmuştur.
Lakin, ben
deniz geçen yılki teklifimi tekrar edeceğim: 1
8 Mart Çanakkale Zaferi, ‘Şehitler Bayramı’ adıyla kutlanmalı ve ‘Milli Bayram’ olarak ilan edilmelidir. ‘Zaten çok bayramımız var’ demeyiniz. ‘
Cumhuriyet Bayramı’ haricindeki milli bayramlarda resmi tatili kaldırırsanız, ‘çok bayramlı’ olmanın mahzurlarını bertaraf edersiniz. Bu kadar büyük ve şanlı tarihe sahip bir milletin çok sayıda milli bayramının olmasından daha tabii bir şey de yoktur. Zaten,
Başbakan Erdoğan’ın Çanakkale Zaferi’ne verdiği özel önem sebebiyle bugün fiilen milli bayram günü gibi kutlanmaktadır.
Ayrıca, bu haftayı ‘Şehitler Haftası’ olarak kabul etmeli ve
mübarek şehitlerimizi layıkıyla anmalıyız. I. Dünya
Savaşı boyunca
Türk Ordusu ve bu orduyu bağrından çıkaran Türk
Milleti,
Kuzey Afrika‘dan Kafkasya’ya; Yemen’den Hicaz’a, Irak’a; Galiçya’dan Dobruca’ya kadar üç kıtada savaşarak destanlar yazmış ve bu toprakları kanıyla sulamıştır. Daha sonra da
Gazi Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Milli Mücadele’yi gerçekleştirerek ‘
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur.
Dünya tarihinde, on yıl içerisinde milyonlarca şehit veren ve inanılması güç şartlar altında nüfusunun yarısını kaybeden bir başka millet gösterilemez. Sadece Çanakkale’de 253 bin ve Yemen’de 200 binden fazla şehit veren bu Aziz Millet’in, aynı ruhu taşıyan bir mensubu olmakla övünüyorum. Kıymetlerini bilemedik
Efendim, bu millet Çanakkale’de, sadece çoğunluğu Anadolu’nun bağrından gelen askerini değil, 19. asrın sonundan itibaren yetiştirdiği tahsilli nesillerini, lise ve üniversite mezunlarını, aydınlarını da şehit vermiştir.
Abdülhamid Han’ın yetiştirdiği nesiller Çanakkale’de şehit düşmüştür. Tahminen 100 binden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve diğer eğitimli evladımızın kaybedildiği hesaplanmaktadır. Bu kayıpların olumsuz etkileri Milli Mücadele sırasında da hissedilmiştir.
1918’den sonra çalışmaya başlayan Britanya Savaş Mezarları Komisyonu,
Lozan Andlaşması’na göre, 1924’te, Arıburnu-Conkbayırı (
Anzak) alanında 29
mezarlık, Seddülbahir (Helles) alanında 7 mezarlık ve Suvla’da 4 mezarlık ile iki
anıtı tamamlamıştır.
Fransızlar ise 1926’da bir anıt ile Fransız Mezarlığı’nı tamamlamışlardır.
Ne yazık ki, 1916’da Şevki Paşa Haritası’nın yapımı dışında, Türkiye’de
yönetim tam 38 sene boyunca Çanakkale muharebe alanları, şehitlerimiz ve anıtlarla ilgilenmemiştir.
İngiliz ve Fransız anıtlarının yapımından ancak 30 sene sonra DP döneminde Çanakkale şehitlerine sahip çıkılmış ve 1954 yılında Şehitler Anıtı’nın temeli atılabilmiştir.
CHP’nin tek parti devrinde, bizzat Atatürk’ün de bir Çanakkale Gazisi olduğu unutularak, sırf
Osmanlı dönemine ait olduğu için Çanakkale Zaferi, tarih şuurundan mahrum sözde Cumhuriyetçiler tarafından unutturulmaya çalışılmıştır.
Sadece bu mu? Çanakkale gazilerine, kahramanlarına da sahip çıkılmamıştır.
18 Mart Deniz Savaşı sırasında kaldırdığı 276 kiloluk mermiyle Ocean Zırhlısı’nı batıran meşhur Seyit
Onbaşı, savaştan sonra köyüne dönmüş ve Havran’da hamallık yapmıştır. Yaşadığı yıllarda hiçbir yerden
yardım almadan kendi alın teriyle geçinen
Seyit Onbaşı, vefatından ancak 28 yıl sonra hatırlanmıştır.
Tarihçi Mehmet İ. Gençcan’ın, Çiçekdağ’ın Safalı köyünde ziyaret ettiği bir Çanakkale Gazisi, harp madalyalarını ve
İstiklal Madalyası’nı, ‘madalyalara yakışır bir kılığı olmadığı’ için iç cebinde taşıdığını anlatmıştır.
Diğer bir gazi, patlayan top mermisi yüzünden iki bacağını diz kapaklarından kaybetmiştir. Fakrü zaruret içinde olduğu halde kimseden yardım istemeyen bu gazi, ‘Ben sürüneyim ama milletimin başı göklerde olsun’ demiştir.
Hazin birkaç levha
Efendim, yazımın son bölümünde Çanakkale şehitlerinin arkada bıraktıklarına ait birkaç hazin levha takdim etmek istiyorum:
‘Bir kapı eşiğinde çok
yaşlı bir kadın oturuyordu. Üstü başı yama içinde. Bu yaşlı ninenin elinde bir borazan ağızlığı. Ona baka baka ağıtlar okuyordu. Çanakkale’de şehit düşen borazancı oğlunun ağızlığını sağ kalan askerler ona getirmişler. O günden beri o nine ağızlığa baka baka ağıt söylüyordu. Titrek hafif sesiyle onyedi, onsekiz yıldır yaktığı ağıtları okuyordu. O seste bütün Türk halkının iniltisi yansıyordu’ (Niyazi Berkes.)
‘Evlerinin alt katında oturan Şemsi
Nene ismindeki yaşlı kadının kocası üç günlük evliyken
gönüllü olarak Çanakkale’ye gitmiş ve bir daha geri dönememiştir. Şemsi Nene, kocasının cepheden gönderdiği Şemsim, Güneşim diye başlayan sararmış mektupları evinin duvarına asmış, her sabah onların karşısında yarım bıraktığı yerden
hatim indirmektedir. Şemsi Nene, kocasına söz verdiğini söyleyerek ölünceye kadar evinden dışarıya çıkmamıştır’ (Aydın Ayhan.)
‘Ali
Kadir Amca, babasını Çanakkale’de kaybetmiştir. Kendisi
küçük yaştayken babası şehit düşmüş, resmi de olmadığı için onu hiç görmemiştir. Annesi, onu her gördüğünde ayağa kalkıp Beyimin Yadigarı diyerek oğlunun elini öpmektedir. Bayramları halası ve teyzeleri de aynı şekilde davranmaktadır. Zira o, bir Çanakkale şehidinin yadigarıdır.’
‘İvrindi köylerinden Şerif Dede, üç oğlunu da farklı cephelerde olmak üzere I. Dünya Savaşı’nda şehit vermiştir. En küçük oğlunu Çanakkale’ye gönderdiği günü Kur’an-ı Kerim’in bir köşesine not düşen Şerif Dede, her yıl çevre köylere haber verir ve gelenler cepheye giden gençlerin uğurlandığı çeşme başına toplanır, diz çöküp bir yıl boyunca çektikleri tespihlerin, okudukları Kur’an’ın duasını yaparlar. Gözyaşları içinde gerçekleşen bu olay, adeta kaybettikleri evlatları için her yıl düzenlenen bir
ayin şeklini almıştır (Bkz. Hasan Mert, Çanakkale Savaşlarının Askeri, Siyasi ve Sosyal Sonuçları Osmanlı 2. cilt.)
***
Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Ruhları şad olsun..