Sevgili okuyucular, bugün canım hiç
siyaset yazmak istemiyor. Dün
akşam, bir
demokrasi konferansı için gittiğim İstanbul’da Üsküdar’da yürürken, gül yüzlü bir kızcağız bana gül verdi. ‘
Kutlu Doğum Haftası’ münasebetiyle Hz. Peygamber’i temsil eden gülleri dağıttığını söyledi. Elimdeki gülü 14 asırlık bir hasret ve özlemle kokladım...
Gece Ankara’ya dönerken
Atatürk Hava Limanı’nda Deniz Baykal’a rastladım.
Kutlu Doğum Haftası törenlerine katılmış, Ankara’ya dönüyormuş. Bundan çok hoşlandım; sarılıp domates yanaklarından öpesim geldi. Bu millet, siyaset adamlarından kendi değerlerini paylaşmalarını bekliyor.
Çocukken rahmetli
babacığım, bize Hz. Peygamber’in annesinin, babasının, dedesinin, amcalarının, yakınlarının adlarını öğretir; sonra da müşfik bir ifadeyle
imtihan ederdi. ‘Siyer-i Nebî’yi, yani Peygamberimizin hayat hikâyesini, hususiyetlerini anlatan kitapları okumaktan çok hoşlanırdım. Şimdi de torunlarıma ben O’nu anlatıyorum. Bizim Zeynep ile Zehra’nın o
tatlı sesleriyle bir ‘Gül
Muhammed’ deyişleri var ki, duysanız bayılırsınız...
***
Türk
Milleti’nin İslâmı idrakinde ve tatbikinde nev’i şahsına münhasır apayrı bir letâfet ve zerafet vardır. Türkler, yüzyıllar boyunca İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır ve İslâm tarihinde dokuz asır ‘Türk asırları’ olarak zikredilmiştir. Esasen, Türklüğümüzle iftihar ederken, kuru bir ‘kavmiyet asâbiyeti’ ile değil, bununla övünüyoruz.
Türk Milleti’nin Hz. Peygamber’e olan muhabbeti, hürmeti ve merbûtiyeti, her devirde diğer bütün milletlerden daha fazla olmuştur. Süleyman Çelebi’nin Habîbullah’ı (
Allah’ın sevgilisi) anlatan Mevlîd-i Şerif’i, milletimizin Kur’ân-ı Kerim’den sonra, dinlemekten en fazla hoşlandığı dinî metindir. Her Mevlîd dinleyişimde, O güzeller güzelinin, o yetim ve öksüz Gül Muhammed’in nûrunu, hayatını, çilesini düşünürüm; gözlerimin yaşardığını ve yüreğimin sevgiyle çarptığını hissederim. Bu çile, gene
peygamber olarak iman ettiğimiz Hz. İsa’nın, mübalağa edilen çilesinden daha az değildir.
Rahmetli babamın anlattığı şu hâdiseyi ne zaman hatırlasam tüylerim ürperir. Bizim milletimizin Allah ve Peygamber sevgisini kitaplar dolusu yazsak da bu kadar güzel ifade edemeyiz: Büyük
şairimiz Nâbî, 1678 yılında bir
Osmanlı Paşası ile beraber Hacca gider. Sabaha karşı kervan Medine’ye yaklaştığında, Nâbî, Paşa’nın
devenin üzerinde uyuyarak farkında olmadan ayağını uzattığını görünce üzülür ve şu beyiti söyler:
‘Sakın terk-i edepten, kûy-ı mahbub-u Huda’dır bu
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafa’dır bu’
Medine’ye geldiklerinde, ‘Mescîd-i Nebevî’nin minarelerinde müezzinlerin bu nâtı okuduklarını işitirler. Ezandan sonra müezzinlere sordukları zaman, müezzinler Hz. Peygamber’in rüyalarına girdiğini ve bu nâtı okumalarını istediğini söylerler.
Hey gidi koca Fuzûlî!.. ‘Su Kasidesi’ni Peygamber sevgisiyle terennüm etmiştir. Baştan aşağı sevgi, duygu ve sanat yüklü bu zarif eserin bir beyiti dilime takılıyor:
‘Dest bûsî arzûsiyle ger ölsem dûstlar
Kûze eylen toprağım, sunun ânınla yâre su’
Yani, (O’nun) elini öpme arzusuyla ölürsem, toprağımdan testi yapın ve onunla yâre (Peygambere) su verin de, dudakları toprağıma (bana) değmiş olsun, diyor. ‘Yâre su’ derken de ‘Ya Resulullah’ı işaret ediyor. Şair geçinen kolaycılar, bunun bir satırını yazsınlar da ellerinden öpeyim...
***
Hz. Muhammed (S.A.S.) ile sevgi, tevazu ve iyi ahlâkı aynı mânada kullanabilirsiniz. Varoluşun ve kâinatın sırrı ‘sevgi’ dir. Bu sevginin sırrı ise, Yüce Allah’ın kâinatı ‘yüzü suyu hürmetine’ yarattığını söylediği Sevgili Peygamberimiz üzerinde düğümlenir. Bu sırrı çözenlere ne mutlu...
Hz. Peygamber’in hayatından bazı levhaları ve hadîslerini sizinle paylaşmak istiyorum:
* Çocukları çok severdi. Torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sırtına bindirerek elleri ve dizleri üstünde dolaştırır, onların isteği üzerine deve taklidi yaparak bağırırdı.
*
Namaz kılarken bazen torunu Hz. Hasan gelir, secdeye vardığında sırtına çıkardı. O, Hz. Hasan’ı sırtından düşürmemek için ininceye kadar secdeden kalkmazdı.
*
Birgün sokakta kimsesiz ağlayan bir şehidin yetim çocuğunu kucağına alıp okşayarak, ‘Yavrucuğum, benim sana baba, Ayşe’nin ana, Ali’nin amca, Hasan ile Hüseyin’in kardeş olmasını ister misin?’ diyerek evine getirdi.
* Sokakta yürürken çocukları sever, okşar ve onların oyunlarına iştirak ederdi.
* Hayvanları, özellikle kedileri, atları ve develeri çok severdi. En fazla hadis rivayet edenlerden Ebu Hureyre (r.a.) (kedicik babası) lâkabını verdiği sahâbe hakkında
merhum dostum Dr. Halûk Nurbaki bana, ‘Aslında Hz. Peygamber kedileri Ebu Hureyre’den daha fazla severdi ama bu sevgisi ashâbı tarafından
sünnet kabul edilmesin diye ön plâna çıkarmamıştır’ demişti.
* Bir yere geldiğinde kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, ‘Ben ne bir kralım, ne de bir zorbayım; ekmek kırıntısıyla büyüyen Kureyşli dul ve fakir bir kadının oğluyum’ diye tevazu gösterirdi.
* Hz. Ayşe, O’nun için, ‘Evinin kırık döküğünü elden geçirir, elbisesini yamar, düğmesini
diker, ayakkabısını
tamir eder, evi süpürür, hayvanları yemlerdi’ demişti (Prof. Dr. Ali Yardım).
***
Size O’nun mûcizelerini değil, mütevazı ve sevgi dolu hâlinden levhalar nakletmeye çalıştım.
Şeyh Galip ne güzel söylemiş:
‘Sen,
Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin Efendim
Hakk’dan bize Sultân-ı Müeyyedsin Efendim!’
‘Kutlu Doğum Haftası’nı ‘Gül Muhammed’e (S.A.S.) lâyık şekilde kutlayan
Diyanet İşleri Başkanı’nı ve değerli ekibini candan
tebrik ediyorum.
Allah, hepinizi, O’nun şefaatine nâil eylesin...