Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş safhasında, kurucular millî bir devlet kurmak ve benzeşen bir
halk oluşturmak için uğraştılar. Bu halkın Batılı normlara göre modernleşmesini sağlamaya çalıştılar. Bu esas kabul ettikleri misyonlarını gerçekleştirirken, doğrusu hukuk, insan
hakları ve demokratik hürriyetler konusunda kaygıları olduğu söylenemezdi.
1923-1950 arasındaki 27 yıllık ilk dönemde, sözde ‘imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle’ yaratılmaya çalışıldı ama ortaya çıkan tabloda ‘Cumhuriyetin egemenleri’ vardı. Bu dönemde, iddia edilenin aksine hâkimiyet millete değil, azınlıktaki CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) oligarşisine aitti Siyasetçi ve bürokrat elitler içiçe geçmiş olarak tek parti yönetiminin sefasını sürüyorlardı. Aynı dönemde, Anglo Sakson ülkeleri ve
Fransa haricinde Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’nde, kopkoyu dikta rejimleri hüküm sürüyor, faşizm, nazizm ve komünizm ideolojik tahakkümlerini devam ettiriyordu. İşte Cumhuriyetin bu ilk dönemi de sözü edilen rejimlerden etkilenmiş ve antidemokratik bir doktrin olarak kabul ettirilmeye çalışılan Kemalizm, özellikle 1938-1950 arasındaki ‘Millî Şef Dönemi’nde ideolojik bir şekle bürünmüştür.
***
2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyetlerin
toprak talebi üzerine Müttefiklere sığınmaya çalışan Millî Şef ve ekibinin karşısına, çok partili demokratik rejime geçme şartı çıkarılmıştır. 1946’da DP’nin kurulmasına izin vermek zorunda kalan Şeflik Yönetimi, gönderdiği genelgeyle ‘açık oy-gizli sayım’ komedisini düzenlemiş ve
demokrasiye geçilmesini fiilen engellemiştir. Ancak,
Batı’nın baskısı ve toplumdaki tepkinin artması sonucunda, 14
Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerle demokrasiye geçilmiştir.
14 Mayıs, demokratik şekilde gerçekleştirilen hakiki bir ‘halk ihtilâli’dir.
Türkiye’de ‘demokratik açılım’ın üç merhalesi vardır. Birinci merhale DP döneminde katedilmiştir. On yıllık DP döneminde,
CHP’nin şeflik dönemi ideolojisinin oluşturduğu oligarşik tahakküm yıkılmaya çalışılmıştır. Devletin kapısı vatandaşa açılmış, köylüye ve sıradan halka itibar edilmiş,
ekonomik ve sosyal haklar bakımından reformlar yapılmış; lâkin elitizmin hegemonyasına tam olarak son verilememiştir. Buna rağmen,
merhum Menderes’in demokratik
açılımı, Türkiye’nin ‘ilk büyük demokrasi açılımı’nı teşkil etmiştir.
***
Menderes’in demokratik açılımı CHP jakobenizmi tarafından hazmedilememiş; egemenlikleri sınırlandırılan ve imtiyazları ellerinden alınan despot elitlerin tahrikiyle
27 Mayıs Darbesi yapılmış ve ‘Darbeler Dönemi’ başlatılmıştır. Bu dönemde CHP jakobenizmi ile militarist hegemonya ortaklığı kurulmuş ve tahribatı günümüze kadar devam eden antidemokratik bir süreç başlatılmıştır.
Demirel, bu oligarşik tahakkümü bir veri
olarak kabullenmiş ve dar sınırlar içinde
politikasını yürütmeye çalışmıştır.
Türkiye’deki ‘ikinci büyük demokrasi açılımı’ rahmetli
Özal’a nasip olmuştur. Özal, önce Türkiye’yi dışa açmış, ‘
ithal ikamesi’ modelini değiştirip dışa açık bir ekonomi modeli inşa etmiştir. Türkiye’de, ‘bilgi toplumu’ nu ve ‘küreselleşme’yi ilk görebilen Özal olmuştur. Özal, sadece ekonomik bakımdan değil, siyasî bakımdan da Türkiye’yi dışarıya açmaya çalışmış; toplumda hızlı bir ‘dönüşüm’ gerçekleştirerek ‘açık toplum’a kapıyı aralamıştır. Ayrıca Özal, mitilarizmin mutlak egemenliğine de
sivil bir
darbe indirmiş, TSK ile ilişkilerde inisiyatifi ele geçirmiştir.
***
Türkiye’deki ‘üçüncü büyük demokrasi açılım’ın
imza sahibi
Başbakan Erdoğan’dır. Erdoğan, Menderes ve Özal’dan devraldığı demokrasi bayrağını daha yüksek burçlara dikmeye çalışmış ve bunda başarılı olmuştur.
Erdoğan’ın demokrasi açılımını iki merhalede incelemek gerekir. Birinci merhalede Erdoğan, 2003-2009 arasındaki 7 yıllık dönemde, önce AB ‘uyum paketleri’ni her biri bir ayrı reform programı teşkil edecek şekilde yürürlüğe koymuş ve Avrupalıların deyimiyle bir ‘sessiz devrim’ gerçekleştirmiştir. Bu konuda AB’nin itici güç olması, ortaya konulan demokratik açılımın değerini azaltmaz. Aslında, AB müzakerelerinin başlatılabilmesi dahi başlıbaşına bir demokratik açılımdır. Bu dönemde
dış politika bakımından da ‘
Kıbrıs Açılımı’ dikkat
çekici bir örnektir.
Erdoğan bu safhada, antidemokratik müdahalelere, 27
Nisan Muhtırasına, jüristokratik siyasallaşmaya ve partisinin kapatılmak istenmesine rağmen demokrasi açılımından vazgeçmemiş ve bu yoldaki icraatlarına devam etmiştir. Bu dönemde,
Ergenekon Soruşturması ile çetelerin ve darbecilerin üzerlerine gidilmiş ve
demokratikleşme konusunda kararlı
bir tavır ortaya konulmuştur.
Gelecek yazımızda Erdoğan’ın, 2009 ve sonrası döneme ait demokrasi açılımlarını anlatacağız.