Siyaset ve iktidar


Defalarca tecrübe edilmiş bir gerçek var. Meclis'teki sandalye sayısının üçte ikisini elde edebilecek kadar oy almak bile, iktidar olmaya yetmiyor. Kurulan hükümetler çok defa bir seçim dönemini dolduramadan koltuğu terk etmek zorunda kalıyor. İstikrarsızlık, hükümetin beceriksizliği olarak kamuoyuna bol bol yansıtılıyor, bürokratik iktidar tarafından. Muhalefet partileri fırsatı ganimet bilerek yükleniyor. Biliyorlar aslında, eğer bir gün iktidar olurlarsa aynı akıbete noksansız olarak maruz kalacaklarını. Ne hikmetse kabullenmişlik içinde oynamaya devam ediyorlar. Bürokratik iktidar dairesinin, halka vaat ettiklerini yapma fırsatını kendilerine vermeyeceğini siyasetçiler iyi biliyor. Eğer vaatler gerçekleştirilebilirse, siyaset çözüm mercii olur, siyasi partiler güç kazanır, milli iradenin hâkimiyeti millet tarafından doğrudan kullanılır hale gelir; tabii ki, bürokratik iktidar bunu asla istemez. Böyle olursa üst bürokrasi için hesapsız davranma dönemi biter. Siyasi iktidar her dört yılda bir, millete hesap vereceğinden, milletin ihtiyaç ve taleplerini azami oranda gerçekleştirebilmenin derdine düşer. Hükümet yıprandığı için oy oranı artan muhalefetin, siyaseti sadece yıpratma üzerinden yapma dönemi geride kalır. Harıl harıl çalışmayanın koltuğu rüyasında bile göremeyeceği dönemlerin yolu açılır. İktidar partisi, bu durumda ihtiyaçlara göre devlet kurumlarını geliştirme, gerekirse değiştirme, yeni kurumlar ihdas etme ve gereksiz hale gelenleri kaldırmak da dâhil, her türlü icraatı yapmak zorunda kalır. Yani iktidara gelen partilerin, "Türkiye'nin özel durumları" gibi klasik mazeretlerle devlet adına milleti idare edip, ihtiyaçlarını erteleme durumu geçilir. Millet adına devleti idare etme dönemine girilir. İktidara gelmemek üzere kurulmuş bir sürü gereksiz parti siyasetten silinir. Türkiye'de en fazla üç parti kalır. Onlar da siyasî geleneğini kökleştirmek zorunda kalır. Anayasa paketi, siyasetin devleti elden geçirmesi açısından yarım da olsa ciddi bir adım sayılır. Bu sürecin başarıyla tamamlanması, sadece hükümetin değil, bütün siyasî partilerin omuzunda ciddi bir sorumluluktur. Eğer siyasî partiler sorumluluklarının farkında olarak hareket edebilirse tarihteki acılar yaşanmadan, zor bir süreç aşılabilir. Tarihteki acılar denilince, demokrasi tarihimiz açısından ilk sırayı Menderes alıyor; rahmetli asıldı. İkinci sırada Demirel var. Süleyman Bey altı kere gidip yedi kere gelerek yolları iyice öğrendi ve o yolun yolcusu oldu. Üçüncü sırada Turgut Özal var; onun da ölümü şaibeli. Dördüncü olarak ise Tayyip Bey girdi reh-i sevdaya... "Beyaz çarşafı göze aldığını" söyledi ve değişimi zorlamaya başladı. İkinci AK Parti iktidarının sonuna doğru bir taraftan üçüncü dönem iktidarını hazırlamak, diğer taraftan da değişimi zamana yayarak sürdürmek gibi bir yol izliyor. Burada köklü bir değişimi iki yıla sığdıran Ömer b. Abdülaziz'i kısaca hatırlamakta fayda var. Hazret, Medine valisiydi. Hali, tavrı ve özellikle namazı Hz. Peygamber'e benzetilirdi. Netice gösterdi ki, hedefli çalışan ve otokontrol sistemi çok sağlam bir insandı. Bu haliyle hilafet merkezindekilere hiç benzemiyordu. Normalde statükonun onu asla halife seçmemesi lazımdı. Ama nasıl olduysa seçildi. Sessizce sistemi okumuş, çözüm yollarını bulmuş hatta halife olmanın yolunu hiç de hırs göstermeden açabilmişti. Devletin başına geçtiğinde, ilk icraatı, kendisine ödenen valilik maaşından artırdıklarını hazineye teslim etmek oldu. Sonra aileden olduğu için devletten maaş alan ne kadar insan varsa hepsinin maaşını kestirdi. İki yıl geçti ya da geçmedi. Hakk'a yürüdüğü zaman gayrimüslimler dâhil herkes ağlıyordu. Bulduk derken kaybetmenin acısı milletin ciğerini delmişti. Ya bedavadan maaş alanlar? Onlar ne yapmıştı? Üzülmüşler miydi acaba? Karnı haramla dolanın gözünden yaş zor gelir, derler... Değişimi zamana yaymak da bir yol. Ama yol uzadıkça değiştirmek isteyenlerin eski yolun yolcusu olma ihtimalinin arttığı da tarihte örneği bol bir gerçek.

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER