En pahalı şeylerden birisi, belki de birincisi hürriyettir. Dünya küçüldükçe, ihtiyaç kalemleri çoğaldıkça ve de alışkanlıklar birçok lüzumsuz şeyi çağdaş insanın zaruri ihtiyaçlar listesine kaydettikçe, hürriyet, paha biçilmesi imkânsız bir kıymete ulaşıyor.
O yüzden olsa gerek,
bağımsızlık yerine, karşılıklı
bağımlılık gibi kavramlar tedavülde şimdi. Bir arada ve birbiri ile sıkı ilişkiler kurarak yaşama zarureti elbette ki birtakım sınırlamalar getirir. Bu sınırlar aynı zamanda belli bir hiyerarşiyi doğurur. Ve açık bir gerçek var ki, bu hiyerarşide üstte olmanın şartı, bugün, güçlü olmaktan geçmektedir.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardından ortaya çıkan Kavimler Cemiyeti ve
Birleşmiş Milletler gibi yapılar açıkça göstermektedir ki, zayıflar, en zaruri ihtiyaçlarında bile öncelikle daimi üyelerin çıkarını gözetmek, sonra kendi hayati ihtiyaçlarını düşünmek gibi bir erdeme ulaşmalıdırlar! Aksi takdirde vetoyu yiyerek
terbiye edilirler.
Bir devlet, siyasi,
ekonomik, sosyo-kültürel ve askerî güçlerini, bilim, teknoloji,
tanıtım gibi yardımcı unsurlarla takviye edebildiği ölçüde kendi coğrafyasında ve dünya coğrafyasında milli varlığını koruyabiliyor ve isteklerini masaya koyabiliyor.
Bu açıdan gelişmekte ve güçlenmekte olan ülkelerden biri
Türkiye ise diğeri de
Brezilya'dır. Brezilyalılar, Türkiye'nin, sahip olduğu güç unsurlarını uluslararası alanda fazlasıyla temsil edebilme kabiliyetini gıptayla seyrediyorlar.
Coğrafi açıdan Türkiye kadar şanslı olmasalar da diğer konularda Türkiye'den daha ilerideler ve Türkiye'nin siyasi temsil tarzını dikkatle takip ediyorlar. Daimi üyelerden sonra gelen ve bulunduğu yere sığmayan ülkeler arasındaki yakınlaşma da güçlülerin dikkatinden kaçmıyor.
O yüzden, yöneticilere isteklerini kabul ettirmekte zorlanma ihtimalinin yüksekliği, güçlüleri çok yönlü hareket ederek işi şansa bırakmamaya sevk ediyor. Tabii ki bu ihtimal de bütün dünyada olduğu gibi
İslam'a yapıştırılmaya çalışılan "
terör, şeriat devleti, şiddet, burka" gibi enstrümanlar üzerinden yürüyor.
Eğer Brezilya halkının, belli korkularla Türkiye ve Türklere ihtiyatla yaklaşması temin edilebilirse, milli güç unsurlarında
çatlama meydana getirilmiş olacak. Bu da Brezilya yöneticilerinin elini bağlayarak, uluslararası alanda hür hareket edebilme kabiliyetini sınırlamanın yolunu açacak.
Aslında bu problem İslam ve Müslümanlara mahsus değil. Hıristiyanlar da ağır darbeler alıyor. Özellikle papazlar ve ruhanilerden dine uymayan fiiller irtikâp edenlerin çarşaf çarşaf yayınlanışına hep birlikte şahit oluyoruz.
Hâlbuki günaha giren ruhaniler olabilir, vardır da...
Problem, ekseriyeti masum olan bir kitleyi ve onların arkasından giden yüz milyonların samimi duygularını bir avuç insanın beşeri zaaflarında boğma girişimidir...
Hıristiyanlar paskalya günlerini yaşıyor. Gazetelerin birinci sayfalarında tevazu, mahviyet ve kardeşinde fani olma gibi duyguları sembolize eden ayak yıkama merasiminin boy boy fotoğrafları var. Foto muhabirlerinden birisi, kardinalin kendisinden daha altta bulunan ruhanilerden birinin ayaklarını yıkamakla yetinmeyip, öpüşünü yakalamış.
Bir tarafta bu var. Diğer tarafta da Rio'daki okul katliamı ile başlayan ve Ergenekoncular ihtiyaç duydukça ABD'den ses veren bir Türkiyelinin röportajı var. Türkiye aleyhine verip veriştiriyor. Ne aslı var ne de astarı...
Kullanılan enstrümanlar da figüranlar da sınırlı. Ama yıkmak kolay olduğu için, aynı kazma ve aynı küreklerle, her yerde aynı faaliyet devam ediyor.
Hürriyetin bedelini ödeyip, tahripçilere
boyun eğmemek de gerçekten inanmışların boynuna borç oluyor. Mensupların çokluğu değil, tam inanmışların çokluğu önem arz ediyor böyle zamanlarda. Tahripçiler, papazlarda olduğu gibi Müslümanlarda da malzemelerini mensuplar arasından seçiyor çünkü.