Geçen hafta "insanlık" açısından bence önemli iki hadise cereyan etti. Birisinde gayri ihtiyari gözlerimden yaş süzüldü. İkincisi ise gözyaşını kurutacak cinstendi.
Bir mekânda arkadaşlarla birlikte oturuyoruz. Radyonun sesi sonuna kadar açık. Kâh Bursa'ya bağlanıyor
sunucu kâh
Fenerbahçe maçına. Maçlar tamamlanınca
garson heyecanla bağırdı: Abi çaylar bedava!
Garsona sordum: Bursa'yı mı tutuyorsun?
Hayır, dedi;
Ertuğrul için feda olsun...
Kendisine yapılanlar karşısındaki tavırlarından dolayı "Adam gibi adam" denilmişti Ertuğrul'a. Tatsızlıkların ortasında bile adamlığını koruyabilmiş biriydi o. Çok hislendim. Ertesi gün gazetelerde Ertuğrul'un fotoğrafları vardı. Futbolcularıyla kucaklaşmış ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Fotoğrafı gördüğüm anda gözyaşlarım ona eşlik etmek üzere harekete geçmişti. Söze dökülmemiş, söylenmeye ihtiyaç da duyulmadan yaşanan bir ortak hissiyattı bu.
Aynı hissiyatı Ayşe Böhürler Hanımefendi'nin verdiği röportajı okurken de yaşamak isterdim. Ne yazık ki tam tersi oldu. Her cümle sanki göze kaçan bir çöp gibi batıyordu.
Birisi
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin
Baykal'a üzüntülerini iletmesi üzerine, Ayşe Hanım'ın yaptığı yorumları önüme koysa ve "Bil bakalım, bu cümleleri hangi
AK Parti kurucusu söylemiş olabilir?" diye sorsaydı, aklıma gelebilecek isimler arasında Ayşe Hanım asla yer almazdı. Bu olay
siyasete dair eski bir hatırayı yeniden canlandırdı. Bir kere daha anladım ki, bozuk dönen siyaset çarkı iyi yetişmiş insanları bile çok basit değerlendirmelere mahkûm edebiliyor. Hatta kendi kendisinden uzaklaştırıp, klasik siyasetçi şablonuna yerleştirebiliyor.
Yazık. Yeniler de eskilerin kaybolup gittiği kara deliklerde,
iktidar nimetlerine dalıp, kendilerini kaybederse birçok şeye rağmen
destek veren insanların umutlarına yazık olur. Seçmen olarak adlandırılan ve iradesi, sadece sandığın ortaya konulduğu gün ile sınırlanan "kuru kalabalıklar" anlayışının, Ayşe Hanım gibilerini de etkilediğini görmek, kendilerini müsamahayla karşılayıp, fırsat vermek gerektiğini düşünenleri üzer. Çünkü
Türkiye,
demokrasi ve
sivil inisiyatif adına çok daha ileri seviyeleri gerçekleştirebilecek potansiyele sahip bir ülkedir. Bu ülkenin insanları siyasetçisinde daha geniş bakış açıları görmek ister. Bu potansiyeli taşıyabilecek olgunluk arar.
Baykal bir günaha girmiş ve bu günah kimliği belirsiz kişiler tarafından faş edilmiş. Ortaya atılan dedikoduları, olayı birilerinin üstüne yıkmak gibi klasik manevraları bir tarafa atarak bakarsak, günahın kötü bir şey olduğunu bildiğimiz kadar onu faş etmenin kötülüğünü de biliriz. Bir parti başkanının belli bir saygınlığa sahipken birdenbire o günahla rüsvay edildiğinde hangi psikolojiyi yaşadığını da tahmin edebiliriz. İşte burada siyasetçi rakibini bir daha asla doğrulamayacak şekilde gömmek isteyebilir. Toplumu iyi okuyabilen, iktidar derdiyle değil, milletinin ve insanlığın derdiyle ızdırap çeken bir kanaat önderi ise asla öyle bakmaz. Onlar, enkazdan mamureler çıkartabilmenin yollarını ararlar.
Gülen Hocaefendi, Baykal'a bir arkadaşı vasıtasıyla hissiyatını iletmiş. Yani iki insan arasında insanca bir his teatisi olmuş. Baykal o his teatisini samimi bulduğunu kamuoyuna açmayı önemsemiş ve açmış. Ayşe Hanım'ın iki insan arasındaki insanca bir ilişki ile bu ilişkiyi taraflardan birinin siyasi alana taşıması arasındaki farkı ayırabilmesi beklenirdi. Gülen Hocaefendi'nin maksadı siyaset yapmak olsaydı hissiyatını kamuoyuna duyuracak şekilde medya yolunu seçerdi.
İnsani olanla siyasi olan ayırt edilebilirse, siyasetçilerimiz de birer insan olduklarını unutmadan yaşamanın, düşünmenin ve ona göre konuşmanın olgunluğuna ulaşabilirler. İnsaniliğin uçsuz bucaksız alanını siyasi ihtirasların dar koridorlarına sıkıştırma telaşından vazgeçebilirler. Aksi takdirde insanlığı yutarak yol almaya çalışan bir siyaset kalır ortada. Onların da bunu istemediğinden eminim. Yapılması gereken, sadece biraz dikkat, biraz temkin ve muhatabını tanıyarak söze başlamaktan ibaret...